Bir Buluşmanın Anatomisi

Saate baktığında 12:34:56 ‘ydı. ‘Ehehe negzel saat lan’ diye düşündü. Tekrar Taksim Metrosundan Burger King’in önüne doğru akan kalabalığa dikkatle bakmaya başladı. Daha önce bunu kaç kez yaptığını düşündü. ‘Hayatım Burger King’in önünde seveceğim kızı beklemekle geçti amıniske’ diyerek kaderine tam olarak küsmese de teessüf etti. Saat 12:36:49’du ve hiç de güzel bir saat değildi.

         İnternette konuşurken kendisini tanıyabilmesi için 4 adet fotoğrafını göndermişti kız. Burger Önü, bu fotoğrafların hepsinde neden sadece boyundan yukarısının olduğunu düşünmemişti. Acaba kız geri kalanı Burger Önü’nün hayal gücüne mi bırakmak istiyordu? Burger Önü saatine bir kez daha baktıktan sonra tam umudunu kesmeye başlamıştı ki fotoğraflarda gördüğü yüzü yüzlerce kişinin arasından, hani Amerikan filmlerinde FBI’ın falan bilgisayarları aradığı yüzü böyle tırrrr diye tarayarak bir tanesiyle ‘Perfect Match’ diye eşleştirir, aynı o hesap eşleştirdi. ‘Oh’ dedi coşkusuna hakim olamayarak. ‘Sonunda Ay Yüzlü’mü buldum.’

         Kız gerçekten ay yüzlüydü. Ama işin kötü tarafı alt tarafında da aydan esintiler vardı. Burger Önü için ne üzücüdür ki, Ay Yüzlü’den ay parçası diye bahsetmek imkansıza yakındı. Yani ay parçası değil ay tamamıydı daha çok. En azından ay kadar hacim kaplıyordu uzay boşluğunda. Burger Önü bunu fark ettiği anda ‘ya pardon, şey ımm benim karşıya geçmem lazım da bir liranız var mıydı acıba’ diyen rastalı saçlı Greenpeace’çi tipli yavşak dille konuşan bir çocuk yanaştı, ‘Siktir git lan başımdan, başlarım bi lirana da balinana da’ diyerek hıncını rastalıdan çıkarttı. Rastalı ise ‘ne balinası .mınakoyim, deli herhalde’ diye düşünerek kendine yeni avlar aramaya koyuldu. Halbuki bilmiyordu ki bu tiple Greenpeace’çinin kralı, doğa dostunun feriştanı olurdu.

         Ay YüzlüBurger Önü’ne yaklaştı, yaklaştıkça çocuğun gözünde devleşti (mecazen değil). Burger Önü elini uzatarak tokalaştı Ay Yüzlü ile. Hiç de romantik komedilerdeki gibi bir tanışma değildi bu, ne birisi Hugh Grant’tı ne de diğeri Jennifer Aniston. Gerçi kızdan bir seferde 4 tane Jennifer çıkardı ama bu aynı mutluluğu vermezdi büyük ihtimalle. ‘Aç mısın, bişeyler yiyelim mi?’  sonunda soru işareti olduğundan bir soru cümlesi sayılabilirdi belki, ancak cevabı bilinen şeye soru denmezdi güzel Türkçe’mizde. ‘Off midem kazınıyor’Ay Yüzlü’nün dünya üzerinde verebileceği cevap olasılıklarının %97,328931’ini kapsıyordu (olasılıksız hesabı). Bu sebeple yemek yemek için nereye gideceklerine karar verme aşamasına geldi durum.

         ‘Yemek yerine karar verme’ ortalama 5 seneyi doldurmuş ilişkilerden öncesinde iki tarafın ortak noktada buluşması için en az 15 dakikayı harcamalarına sebep olan büyük bir belirsizliktir. Heisenberg bu sorunu yaşasa ‘valla benim bulduğum Heisenberg Belirsizlik ilkesi tırtmış abi bu sorunun yanında’ der, bilim dünyasında şok etkisi yaratırdı. Sonuç olarak ikisi de aşırı kibarlaşarak yemek yenecek yeri seçme olayını karşı tarafa paslıyor ancak diğeri cömertçe iade ediyordu. 15 dakikanın sonunda bir kebapçıya gitmeye karar veriyorlardı. Burger Önü menüde 4 lira yazan, ancak ortaya söylendiğinde bir anda duble porsiyona dönüşüp hesapta 8 lira olarak karşısına çıkacak olan çoban salatanın bilincinde olarak kebapçıya giriyordu. Biliyordu ki menüsü Osmanlı döneminden kalma ferman kapaklarına benzeyen kebapçılarda hesaba itiraz edilemezdi. Hele yanında ilk kez buluştuğu birisiyle bu ihtimal sıfıra iniyordu.

         Mekandan çıkarken görüyoruz ikiliyi. Ay Yüzlü doymuş ve mutlu, Burger Önüise kazıklanmış gibi duruyordu. ‘Bir yemeğe 54 lira verilir mi lan?’ düşüncesi adeta karikatürlerdeki gibi bir düşünce balonu olmuş ve diğer faniler tarafından da görülebilir hale gelmişti. Ay Yüzlü metroya girmek için ayrılırken mutluluktan (belki de doymuşluk hissidir, tam bilemiyoruz) sırıtırken, Burger Önü otobüse biner binmez bir hışımla telefon rehberinden bir numara siliyordu.

2 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #77

Selam, direktomen yazıya giriyorum. Evet direktoman.

*Formasının içindeki atlete yazı yazdırıp gol atamayan futbolcunun dramı da ne fenadır lan. Adam hazırlanmış, muhtemelen eşinden dostundan bu baskı işlerinden anlayan birisiyle irtibata geçmiş, uzun bir süre ne yazdırsam diye düşünmüş. Maçtan önce güzelce formasının altına giymiş ve attığı golde onu nasıl göstereceğinin provasını bile yapmıştır muhtemelen.

*Sonra maç içinde çeşitli pozisyonlar oluyor, atıyorum top tam önüne gelecek savunma araya giriyor, hatta utanmadan kademeye giren bile var. Pozisyonlar harcandıkça insanın içindeki atlet iyice ağırlaşır lan. Onun baskısı da oluşur atacağın varsa da atamazsın. Demem o ki bunlar gereksiz işler, at golünü öp yüzüğünü iki elini havaya kaldır 'Allahım bu golü atmamda emeği geçen herkes adına çok teşekkürler, senin sayende oldu' vs duanı et bitir. Niye yazıya giriyorsun.

*Onun adı aslında Adrenalin Lima olmalıymış.

*İkiz bebek de resmen "1 alana 1 bedava kampanyası gibi".

*Hayatımda hiç golf oynamadım ama tabii izlemişliğimiz var. Golf genelde hayvan gibi uzaktan tek vuruşla şansa bala deliğe sokulan topların Akıllı TV videolarında kendine yer bulmasıyla tanınmış bir spor. Bu ilginç vuruşlar olmasa dünya üzerinden 6 ayda silinmesi gereken bir spor çünkü bana göre.

*Ha oynayanlar için zevklidir ona bişey diyemiyorum. Zaten zenginler oynadığı için onlar bir şekilde hayattan zevk alaiblmeyi beceriyorlar ama oynayanlar dışında kimseye bir şey ifade etmeyen bir spor olduğunu düşünüyorum. Bi de tabii Tiger Woods. Adam 7 sülalesine yetecek kadar para kazandı. Aslında öyle çok bilinmeyen bir spora giriceksin temelden. En iyisi olunca bir şekilde sponsor falan parayı götürüyorsun. Dur ben biraz az bilinen spor araştırayım.


-şşşt uyandırma kanka

*Bak bak çakala bak. Keh keh hadi bakalım ye paraları. 

*Bu golfle ilgili bir maruzatım daha var. Şimdi golf için spor deniyor biliyorsunuz. Ama bu golfçü arkadaşlar bir delikten diğer deliğe giderken (ulan bu da ne terbiyesiz bir yaklaşım oldu kdlajsldkjsadjk) yürümek yerine ufak arabaları tercih ediyorlar. Aman efendim 100 metre yürümekten imtina ediyorlar. Genç okuyucularım için açıklamak gerekiyorsa 100 metre gitmek onları kasıyo falan yani. Kaptın?

*Türkçe'yi öğrenin oğlum, Türkçe önemli.

*Ya sen spor yaptığını iddia ediyorsun ama 100 metre yürümek yerine arabaya biniyorsun. Kimse kusura bakmasın ben bu adamlara sporcu demem, diyemem. Bir maçta 10 kilometre koşan futbolcuya haksızlık yapmış hissederim kendimi. 35 kilometre yardıran maratoncu kırılır bunu görünce. Yürü git burdan Taygır Wuuds.

*Buradan Volkswagen markasının reklamcılarına sesleniyorum. Arkadaşım siz bu golf arabalarını neden VW Golf marka arabalardan yapılması için girişimde bulunmuyorsunuz. Çok mu zor ya bunu düşünmek. Hop çaktın kelime oyununu, görenler 'Aaaaa ne güzel ya meheehehe' diye gülecekler. Bunu da ben söylemiyim artık.

Evet bu yazımızda genelde sporun mizahi yönlerinden bahsettik. Bu ne lan TRT 4'te Açıköğretim sınavı çözen çok düzgün konuşan öğretmenler gibi özet geçiyom. Güldüyseniz yorum morum yapın bana gaz verin sevgili arkadaşlar. Burdan zor geliyorsa Twitter'dan falan da olur. Arada RT yaparsanız da makbule geçer. Ahmet Hakan RT istiyor da ben isteyince mi ayıp. Hadi öptüm alayınızı.


8 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #76

*Naban sevgyili okur? Neyaptıng?

*Düşünsene İç anadolu şivesiyle blog yazdığımı. Bayaa bi' komik olurdu lan.

*Toplu taşımada kendisine yer verilmeyen yaşlı siniri diye bir şey var. Şimdi öncelikle metro, metrobüs gibi taşıtlarda insanlar yarım saat 1 saat ekseninde yolculuk ettiklerinden ilk duraktan itibaren oturarak gitmek için sıradaki boş aracın gelmesini bekliyorlar. Bazen 2-3 araç bile beklendiği oluyor. Ben de öyle yapıyorum ve bu çok mantıklı. Şimdi yaşlımız  bazen ilk durakta herkes oturmuşken çat diye biniyor ve yavru kedi gözleriyle insanlara bakıyor kendilerine yer vermeleri için. E amcam / teyzem 2 dakika beklersen zaten boş araç gelecek ona binerek rahat bir yolculuk yürütebilirsin. Ama yoook, yaşlı olduğu için başkalarının haklarını gasp etmeyi kendilerine hak görüyorlar. Sinirlendim, umarım böyle yapanlar bir an önce cennete giderler... Pardon bu biraz ağır oldu.

*Gelelim daha orta duraklardan binen yaşlı türlerine. Şimdi atıyorum bu yaşlı amca 55 yaşında olsun. Yani öyle ayakta duramayacak, yürüyemeyecek kadar kötü değil durumu. Zaten öyle bir şey görüldüğü anca en az 4-5 kişi hemen yer vermeye çalışıyor. Gençlerimiz 'o kadar da' bilinçsiz değil yani. Neyse efendim (orta) yaşlı amcamız kendisine yer vermeyen 2 tane genci yanyana görünce başlıyor geçirmeye. Üstelik bunu bilerek bağıra bağıra yapıyor ki herkes duysun, mümkünse ufak çaplı bir linç başlatsın.

kendisine yer verilmeyen yaşlı (temsili)

*Yaşlı amcamız bağıra bağıra "AH BU ÜLKENİN GENÇLERİNE YAZIKLAR OLSUN BE, ÜLKE NEREYE GİDİYOR" bir başlıyor, sadece kendisine yer vermeyen 2 gençten genelleye genelleye bir milletin tüm gençliğine 'İşe yaramaz, kadir kıymet bilmez, geleceğimiz bunlara mı kaldı?' türevi hakaretlerle saldırıyor. Genelde bu tip durumlarda kendisine şakirt tipli biri destek çıkıyor ve amcamız da anlatacak birini bulmanın verdiği şevkle iyice coşuyor.

*Normalde yaşlı görünce yer veren bir insanım ama bu tipleri görünce hiçbirine yer vermeyesim geliyor. -TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR BU GENÇLİK NEDİR LAAAAN? Sen de sus artık be dayı tamam al otur yerime.

*Sinirlendim biraz sakinleşiyim OOOOOOĞĞĞMMMMM.

*Bu meditasyoncular, çakra açıcılar, kendini dinle'ciler, burççular, falcılar alayı yalan dolan he. Ortada madden bir şeyin olmadığı alış-veriş işlemlerinin %90'ı büyük dolandırıcılık bence. Olm ben niye blog yazısında etrafa şiddet saçıyorum. Komik olması lazımdı la bu yazının. Komik olmayı unutmuşum olm resmen lan :/

*Mucitlere gerçekten çok özeniyorum. Müthiş işler yapan, insanların yaşamlarını kolaylaştıran aletler yapmış insanlar. Ama o insanların mucitlik süreçlerini gerçekten merak ediyorum. Yani mesela nasıl bir ihtiyacın oldu da fotokopi makinasını bulmak zorunda hissettin? Aynı kağıttan 100'lerce çoğaltan bir adamdın da "Eeehh s.kerim yapıcaanız işi, ben çoğaltma makinesi yapıcam lan!" diye delirdi de onun için mi kastı. Gerçi sadece yazı yazabilen bir adamın da böyle bir icadı gerçekleştirmesi zor gibime geliyor. Artık nasıl bıktıysa yazı yazmaktan o anda yukarıdan bir yerlerden güç kuvvet ve oldukça fazla miktarda beyin, keşif içgüdüsü, elektronik bilgi yüklendi. O da biraz şans eseri, biraz iman gücü ile fotokopi makinasını icat etti ve hemen kullanmaya başladı. Ne diyeyim helal olsun.

*Bu devirde icat yapmak da zor abi. Her şeyi yapmışlar, ihtiyaç kalmadı ki. (Bundan sonra da hayvan gibi icat yapıldı, mal gibi rezil oldu)

Nası ama 2 günde tak gömdüm yeni blog yazısını. Bundan sonra böyle aslan. Öpüyom gadandan. Yorum yapmayı, yazıyı Twitter paylaşmayı unutma.


27 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #75 (2013 Özel / Özet)

Selamlar.

*2013 yılında bloga sadece 4 tane post yazmışım. Onlardan 1 tanesi de zaten eski yazılardan. İnternet alemine blog yazarak başlayan biri için resmen utanç tablosu. 2013'te bloga yazmadım, peki neler yaptım? Biraz anlatıyım.

*Bloga yazmadığım bu süreçte yazı yazmadım mı? Hayatım boyunca yazdıklarımın toplamı kadar yazıyı 2013 yılı içinde yazmışımdır muhtemelen. Ama bundan sevgili blogcuğum pek faydalanamadı. Twitter'a nerden baksanız 750-800 tane tweet yazmışımdır. 1000 bile olabilir.

*Onun dışında yazı yazarak para kazanabileceğim işlerde çalıştım. Bir tanesi yeni kurulan bir sosyal medya ajansı gibi bir yerdi (tam olarak bir ajans sayılmazdı ama direk sonuca odaklı işler yaptığımızdan böyle de adlandırabilirdim). Bu süreçte Twitter'da güzel işler yapan, çok güzel adamlarla birlikteydim. Onlardan çok şey öğrendim hem sosyal medya, hem yazı yazmak, hem de iş hayatı anlamında.

*Aramızda kalsın güzel de para kazandım. Doğru zamanda doğru yerde olmanın getirisiydi bu. 24 yaşında bir genç için çok doğru bir hamleydi. Bunu oradan ayrıldıktan 6-7 ay sonra geriye dönüp baktığımda net bir şekilde görebiliyorum. Yani mental anlamda beni geliştiren bir iş olmasının yanı sıra maddi olarak da beni ilerisi için çok rahatlattı. Neyse buraya para konuşmaya gelmedik :p

*İlk çalıştığım yerde markalardan brief alıyor, istekleri doğrultusunda uygun Twitter hesaplarıyla Twitter reklamları gerçekleştiriyorduk. Burada reklam için kurgu yazıyor, metinleri hazırlıyor, kurgunun akışı sırasında tüm kontrolü sağlıyor ve sonrasında da raporlamasını gerçekleştiriyordum. Bu söylediğim akışı çalıştığımın son 5 ayında falan gerçekleştirdim. Ondan öncesinde iş yoğunluğum daha azdı. Ama sonlara doğru neredeyse tüm işi kendi başıma yapmaya başlamıştım ve bu beni kafa olarak çok yoruyordu. Benden başka aynı işi yapacak başka bir kimsenin olmaması banyoya girerken bile 'Lan acaba iş gelir mi?' diye düşünmeme neden oluyordu. İşten ayrıldım.

*Bu işte çalışırken freelance olarak pek çok marka için içerik üretiyordum. Bunlardan bazıları ödüller aldı ve bir başarının parçası olmak beni oldukça mutlu etti. Toplamda 4 farklı marka ve 15-16 farklı karaktere metin yazdım ve bir süre sonra kafam dağıldı. Sürekli komik, eğlenceli, mizahi bir şeyler üretebilmek gerçekten çok zorladı beni ve yaz ayına denk gelen yaklaşık 3 aylık bir tatil yaptım. Bu da hakikaten çok iyi geldi.

*Sonrasında gerçek bir sosyal medya ajansında metin yazarı olarak işe başladım. Burada daha stabil ve daha profesyonel olarak çalışıyordum. Zaten düzenli yaşamı seven biri olarak mesai saati bile beni mutlu ediyordu. Halen de aynı ajansta çalışmaya devam ediyorum.

Sonuç olarak 2013 benim için böyle bir yıldı. Bundan sonra umarım (her seferinde de bunu söylüyorum amk artık inanmıyorsunuz biliyorum :] )her hafta bir blog yazısı yazacağım. Şimdilik görüşmek üzere. Öpüyom.

0 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Berber ve Saç Traşı Üzerine Bir Makale

Selamlar,

*Saç kestirmek gerçekten kendi içinde çeşitli ritüeller barındıran bir ayin gibi bence. Kadın kuaföründe çok fazla tecrübelerim olmasa da bir kaç kez girmiş-çıkmışlığım var. Ama tabii asıl ihtisas alanım erkek berberi. Kısaca anlatayım, sizi şöyle alttaki maddeye alayım, buyrun, lütfen önden, rica ederim, siz misafirsiniz eheh.

*Berberde daha girdiğiniz andan itibaren hoşluklar başlıyor. Eğer sıra varsa köşedeki koltuklara geçip ortada duran günün gazeteleri ve en az 2 yıllık erkek dergilerine göz atma şansınız oluyor. Gazeteler, Posta, Fanatik-Fotomaç ve berberine göre Bulvar, Şok vs. olabiliyor. Burada güzel vakit geçirmeniz için her şey düşünülmüş. İki duvarın birleştiği yerde tavandaki 37 ekran tv'de Akasya Durağı veya Kral TV izleyerek de sıranızın gelmesiniz bekleyebilirsiniz. Evet bir kişinin traşı bitti, şimdi sizi boş koltuğa alalım.

*Koltuğa oturdunuz, berber arkada yanaştı. Saçınızı adeta bir sevgili edasıyla karıştırmaya, parmaklarını kafanızda gezdirmeye başladı. O an zaten kendinizi berbere teslim ediyorsunuz, çünkü güven sağlıyor adam. Berber örtüsünü koymadan önce eskiden olmayan son 10 yılda ortaya çıkan boyun lastiğini (buna bu ismi ben verdim, ne ki acaba gerçek adı?) boynuna bağlıyorlar. Örtüyü taktıktan sonra 'Nasıl yapalım abi?' sorusu ile olaya giriş başlar.

*Bir kaç sefer unisex kuaföre gitmiştim, bu tip yerlerde kafayı arkaya yatırarak saç yıkama gibi bir opsiyon var, gerçekten inanılmaz bir rahatlık. Çünkü kafayı öne eğerek yıkatmak, kadınlar bilmez, resmen kabir azabı gibi. Genelde berber çırağı suyun ısınmasını bekledikten sonra 'Buyur abi' diyerek seni öne doğru alır, kafayı lavabonun içine sokarak çırağın insafına göre ya buz gibi ya da çok sıcak suda kafan ovalanmaya başlar. Ağzına yüzüne su kaçar tükürmeye çalışırsın olmaz, yutsan zaten olmaz, telmaşa anlardır. Çırağın insiyatifinde 1-2 dakikalık azaptan sonra kafayı havluyla sarıp hızlı bir hareketle seni eski haline döndürdüğünde yaşadığın mutluluk ise tarif edilemez. Böyle yüzünü havluyla hafif hafif kurulama anı. Öhm hikaye biraz daha devam ederse hakkımda hoş olmayan iddialar ortaya çıkabilir bu faslı burada kapatıyorum.

İşte o çaresiz anlar

*Saç yıkamadan sonra berberin gelip tekrar bi saçı okşaması ve ardından senin nasıl istediğini tarif etmenden sonra traş faslında geçilir. Burada ben genelde çekingen biri olduğumdan ve çok berber değiştirdiğimden sürekli bir berber muhabbetine dahil olamadım hiç. Ama son 2 yıldır falan toplamda 4 kez aynı berbere gittim (evet 6 ayda bir saç kestiriyorum). Onunla biraz muhabbetim oldu açıkçası, açıklıyorum dünyanın en keyifli sohbeti berberde olan. Yeri gelmişken bir şeyi daha açıklayalım, bu 'Berber Değdirmesi' denilen olay bence büyük bir tezgah. Yok yani öyle bir şey, en azından benim berberlerim benden hoşlanmamış ve bana değdirmiyo olabilirler, bu da bir ihtimal.

*Traş bittikten sonra bildiğin ayakkabı fırçasıyla yüzünüzü süpürmesi garip anlardan biri benim nazarımda. Bir de ben berber örtüsünün altında ellerimle nah vb. hareketler yaparak küçük heyecanlar yaşayarak olayı daha eğlenceli hale getiriyorum. Size de tavsiye ediyorum.

Evet berber, traş olmak gibi konuları güzel şekilde irdeledir. İyi günler dilerim.

0 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Hüsmen Beşbenzemez



Merhabalar, benim adım Hüsmen Beşbenzemez. Dün bu saatlerde çalıştığım devlet dairesinden çıkıp evime doğru giderken sayısalcıda Süper Loto ödülünün 6.5 milyon liraya ulaştığını belirten tabelaya rastladım. İçeri girip cebimdeki 2 tane 1 lira ve 2 tane 50 kuruşu adama gösterip,

-Bunlarla kaç kolon oynayabiliyorum?

Diye sordum. 3 kolon oynayabildiğimi öğrenince boş oyun kağıtlarını, bankoya lastikle bağlı ucu mavi, kalanı bok rengi tükenmez kalem ile işaretlemeye başladım. Toplamda 6'şar tane sayı işaretleyecektim ve her kolonda uğurlu sayım olan 7'yi en baştan işaretledim. Belki bu matematiksel olarak şansımı azaltıyordu ama benim manevi mutluğum matematikten daha önemliydi.

Az evvel televizyon karşısında uyumak üzereyken annemim,

-Hüsmen, hadi oğlum biz yatıyoruz babanla, sen de fazla durma. İyi geceler. Ha o çıkarttığın pantolonunu yıkayacaktım cebindeki kağıtları masana koydum.


Demesiyle birlikte dün oynadığım süper loto aklıma düştü. Hemen teletexti açtım. Muhtemelen dünyada teletext teknolojisini kullanan bir avuç insan kalmıştık. Ama olsundu, sayısal lotoyu teletexten kontrol etmek bir gelenek olmuştu artık. Sayfayı açtım, Sayısal Loto, 10 numara, 5+1 gibi oyunların sonuçları sırayla geçiyordu. Onları beklememek için odama gidip oynadığım sayısal kağıtlarını aldım. Salona geldiğimde Süper Loto sonuçları geçmek üzereydi. Sadece ilk numarayı görebilmiştim. 7...


....

Merhabalar, benim adım Hüsmen Beşbenzemez. Şu anda saat 22.35 ve benim tam olarak 3 milyon 293 bin 881 liram var. Ne yapacağımı bilemez haldeyim. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyorum. Annemi ve babamı uyandırmak istemedim. Çünkü babam gece uyanınca bir daha kolay kolay uyanamıyordu. İkramiye vuran kuponu güzelce katlayıp cüzdanıma yerleştirdim. Sabah işe gitmek için her gece olduğu gibi saatimi 6.15'e kurdum. Para beni değiştirmemişti.

Gece biraz rahatsız geçti, saatimin nefret ettiğim sesi ile yeni bir güne uyandım. Dün yaşananların gerçek olup olmadığına 1 saniye kadar emin olamasam da sonra başımın yan tarafındaki cüzdanı gördüm. Hemen açıp kupona baktım. Evet, gerçekten zengindim. Hızlıca hazırlanıp odamdan çıktım. Sabahları kahvaltımı evde yapmayıp yol üzerinden poğaça ve limonata alıyordum, yine aynısını yaptım.

Ofise gittim, hemen bilgisayarımı açtım. Havayolu şirketinin online bilet alma kısmından Galapagos, Ekvador'a bilet aldım. Umarım cam kenarı iyidir, seyrede seyrede giderim. Geçtiğimiz aylarda çalıştığım yerin kurs almam için beni Almanya'ya göndermiş olması sebebiyle vize ve pasaportum hazırdı. Akşam 21.30'da kalkacaktı uçağım. Patronun odasına şöyle bir baktım, kendisi içerideydi. Daha önce bir kaç kez 'Offf şu muhasebede çalışan Ebru erik gibi hatun kütür kütür yenir ha tıstıstıstıs' dediği Ebru'nun yanına gittim. Normalde asosyal biri olduğum için ofisten çoğu kimseyle birebir diyaloğum olmamıştı. Beni görünce şaşıran Ebru zoraki bir şekilde gülümsedi.

-Ebru Hanım merhabalar, size bir şey söylemek istiyorum. Immm bizim patron, Hulki Bey...

Bir kaç saniye durakladım, 'Eeee?' dedi Ebru,

-Sizi kütürdetmek istiyor, dedim ve arkamı dönüp çantamı toplamak üzere masama doğru ilerlemeye başladım.

(devam edebilir)

4 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Az Kay da Ben de Oturayım

Aa naber hacı?

Ulan aylardır bloga dokunmayan ben değilmişim de hiçbir şey olmamış gibi dümdüz yazıya girsem mi acaba böyle? Size de anlık bir paralize durumu yaşatıp 'Aa naber abi, hiç gözükmüyosun, görüşelim bi ara mutlaka, araşalım.' diye normal yaşantımıza devam etsek. Ama yok sanırım yemeyeceksiniz. Bu sefer kesin dönüş yaptım bloga. Ya dedim ben eskiden blogger bir insandım, kendimi sosyal medyada konumlandırırken ilk olarak blog yazdığımdan bahsediyordum, sonra ne olduysa bu bela Twitter geldi fenoluk falan derken olayların ipinin ucu kaçtı. Bu sıralı düşüncelerle birlikte blogu tekrar aktif günlerine döndürmeye karar verdim. Tabi bu aynı kararı 79. verişim falan oluyor. Bu yazıda da biraz goygoydan uzaklaşıp sebeplerimi açıklayayım. Hem kendimi de ikna etmiş olurum hem de böyle giriş yazısı olur.

1) Twitter'dan sıkıldım.

2) Yok.

Evet gördüğünüz gibi çok da fazla sebebim yokmuş. Ama yine de artık blog yazılarına yoğun bir şekilde devam edeceğim. Sadece Kısa Kısa serisi gibi geyik, mizahi yazılar değil daha hayattan, gündemden yazılar yazmayı da planlıyorum. Her kış düşünülen 'Kanka bu sene güzelce sporumu yapıyım yaza vücut yapıp gireriz'den farklı olacağını umarken sizlere bol güneşli günler diliyor, aranızda geri geri götüm götüm giderek ayrılıyorum.

9 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

İnternetsiz



'Aa' dedi. 'hiç mi girmiyorsun internete'. 'Yok' dedi çocuk, 'pek sevmiyorum internet olaylarını'. 'Facebook, twitter, blogun falan da mı yok?'. 'Yoo' dedi gülümseyerek.

Belli ki kız etkilenmişti bundan. Bundan 15 yıl önce tam tersinden etkilenirdi kızlar, 'ayy internete mi giriyosun, ben de bakıyım mı biraz' diye çok erkeğe yanaşmışlardı. Şimdi ise herkesin Facebook hesabı vardı. Twitter'ı olmayanların blog'u, o da yoksa eğer tumblr sayfası vardı. Artık telefonun yerini msn almıştı. Bilgisayar olmayan evler annelerin geçmişte 'mahallede sadece bizde televizyon vardı' dediği evlere dönmüştü şimdi.

Daha birbirlerini yeni tanıyorlardı ve ikisi de uzun süreli ilişkiden çıkmışlardı. Belki bu yüzden belki de eskiden beri gelen özelliklerinden dolayı yeni tanıştıkları insanlara temkinli yaklaşıyorlardı. Gerçi bunda kız tarafının biraz daha dikkatli olması gerektiği genel-geçer bir kavramdı ve erkek bu konuda biraz daha rahat davranabilirdi.

İki üç aydan sonra sevgili olmaya çok yaklaşmışlardı. Artık kız, oğlanın evine gitmeye kadar vermişti. Yeni başlayan bir ilişkide eve ilk geliş önemlidir. Çocuğun ya da kızın odasındaki eşyalar, o eşyaların yerleşimi kişilikler hakkında çok önemli ipuçları verir. Kız da bu yüzden çok heyecanlıydı. Bilgisayarım yok internete de girmiyorum diyen çocuğun odasında neler vardı merak ediyordu. Büyükçe bir kütüphane, bir yatak ve bir dolap. Belki de bir hobisi ya da koleksiyonu vardır, onunla ilgili bir köşe oluşturmuştur diye düşündü.

Kız eve gelince selamlaşma faslının ardından çocuğun odasına gittiler. Beklediğinden çok farklı değildi odası. Kütüphanesinden kitaplar gösterdi çocuk. Salona geçtiler, eski VHS'leri çalıştıran bir video oynatıcı vardı televizyonun altında. 'Sadece internet değil dvd player da yok' dedi çocuk gülererek. 68' yapımı 'Doctor Zhivago'nun kasedini koyup televizyonu açtı. İzlemeye başladılar. Bir süre sonra gereğinden fazla yakınlaşmış olacaklar ki öpüşmeye başladılar. Kız bir klişeyi yerine getirmenin mutluluğuyla 'tuvalete gidebilir miyim?' diye sordu. 'Tabi' dedi çocuk, 'soldan ikinci kapı.'

Kapıyı açtığında dehşete düşmüştü kız. Küçük bir odaydı belki ama sayabildiği kadarıyla 10-12 adet bilgisayar vardı. Bir sürü kablo, mikrofon, kulaklık, cd. Odanın içi mini bir teknoloji üssü gibiydi. Şok olmuştu kız. Merak duygusu tüm vücudunu ele geçirmişti. Diğerlerine göre nispeten büyük olan ekranın önüne geldiğinde monitörde bir takım yazılar görmüştü. Tam ekrana yaklaşıp neler olup bittiğini öğrenmek için öne eğildiğinde vücudunun sol tarafında bir acı hissetti. Elini oraya atınca kırmızı ve yoğun bir sıvının akmaya başladığını gördü. Gözleri kararmaya başlamadan önce monitöre takıldı. MOSSAD başlığı altında bir takım sayılar görüyordu. Vücudu yavaş yavaş aşağı doğru kayarken bilgisayarın yan tarafındaki İsrail pasaportunu farketti kız.

Kan, beyaz tişörtünün büyük bir kısmına yayılmışken bıçak darbesinin acısı iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı kendisini. Yere yığıldığında çocuğa dönmeye çalıştı. 'İn..internete girmiyordun..' dedi belli belirsiz. 'Girmiyorum' dedi çocuk. 'Ne facebook ne de twitter'ım var. Ayrıca soldan ikinci kapı demiştim, ilk kapı değil'...

3 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #74

Selamlar

*Bir insan neden Lerzan Mutlu'nun fan klübüne üye olur ki?

Ehehehe şaka lan hiçbir şey olmamış gibi hemen yazıya geçeceğimi düşünmüyordun herhalde sevgili okur? Kaç aylık bir aradan sonra tekrar bloga gelmek adeta gizli bir kütüphanedeki çok eski bir kitabı alıp üzerinde tozu pisliği üflemeye benziyor valla. O tadda duygular yaşıyorum şu an. Frrk. Yok ağlamıyorum, gözüme toz kaçtı. Kütüphane pislik yuvası olmuş, tabi kaçar toz. Neyse, nasıl özlemişim ya burayı. Bir takım sebeplerden ötürü buraya uğrama konsantrasyonumu bir türlü sağlayamıyordum. Ama farkettim ki internette yazan adamın en önemli köşesi kendi blogudur. Twitter fenomenliğiymiş falan bunlar hep boş işler gelip geçici. Valla biraz daha uzatırsan ağlıycam ha. En iyisi mi hemen yeni şakalarla blogun tozlu yollarını viledalamaya başlıyım. Muhtemelen hamlamışımdır, o yüzden gülmeseniz bile en azından bi tebessüm edebilirsiniz. Hayvanlığın alemi yok. Demin size hayvan dediğim için özür dilerim. Başlıyorum.

*Yaşlı olmak gerçekten çok zor. Hele şu dönemde yaşayan bizlerin yaşlılığını düşünemiyorum bile. Şu sıralar sürekli bir hareket halindeyiz, bir yandan yürürken müzik dinliyor, aynı anda da akıllı telefondan twitleri vs okuyoruz. Yaşlanınca zaten insan yavaş hareket ediyor. Salondan mutfağa oralama 4 dakikada falan yürüyorsun. Kesin hastalanmazsam falan 70 yaşında sıkıntıdan giderim gibime geliyor. Çünkü gerçekten çok sıkıcı olacak. Kimsenin dediğini anlamayacaksın ve onlar da seninle t.şak geçecekler. Gerçekten yaşlı olmak çok zor. Umarım aktif yaşlı olurum.

*Aktif yaşlı, yazlıkta yaşayan, bej rengi keten şort, uzun beyaz çorap ve beyaz ayakkabı giyen çok zayıf yaşlıdır. Nispeten hareketlidir. Tek hedefim bu.

*Şu hayatta caddede at arabası süren adama gösterdiğim saygıyı bir müsteşara veya valiye göstermem. Gerçekten helal olsun'luk bir iş yapıyor çünkü at arabası süren abi.

*Çok hararetli bir muhabbette anlatıcı olduktan sonra anlattığım şey bitince böyle bir boşluğa düşüyorum adeta mala bağlıyorum. Demin o çeşitli mimiklerle, ses tonu yükseltmeleri-alçaltmalarıyla şov yapan, çılgın atan ben değilmişim gibi mahzunlaşıyorum, süzülüyorum.

*Bülent Ortaçgil'de (soyadındaki -gil'in de verdiği bir etkiyle sanırım) köydeki uzak akraba huysuz emmi tandansı yok mu? Böyle şarkı söylerken kelime kelime, sessiz sessiz anlatıyor amcam, insanın yanına yaklaşıp 'Heee ne anlatıyon dedeee, söyle dedem ne istedin?' diyesi geliyor.

ha benim dedeme, kasketini de takmış

Şimdilik bu ısınma yazısı olsun. Aha buraya yazıyorum                                  (elimi tükürükleyip şu boşluğa sürdüm) her hafta en azından 1 yazı yazıcam artık. Canım blogum benim, cicciii cicciiiiiii. Yerim seni şu tatlılığa bak. Neyse efendim alayınızı öperim, bol bol yorumlarınızı beklerim.


12 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

İş Görüşmesi Maceralarım

Merhabalar sevgili arkadaşlar. Biliyorsunuz askerden döndükten sonra bir müddet iş aradım. Bu süreçte pek çok iş görüşmesine gittim. Sayısını tam hatırlamıyorum ama 7-8 tane oldu diye biliyorum. Bu iş görüşmelerinde kâh komik, kâh ilginç, bazen de üzücü şeyler yaşadım. Noldu lan tecavüze mi uğradın diyen arkadaşlara teesüf ederim. Hayvanlığın lüzumu yok.


Şimdi yazmaya başlama aşamasında insan bir gaza geliyor. "Ohooo bi sürü olay oldu olm, hayvan gibi yazarım ben bunları" şeklinde bir düşünceye kapılmış olsam da şimdi yazıya başlayınca aslında o kadar da komik olayların olmadığını farkettim. Acaba hiç başlamadan bıraksam mı yazıyı?

Neyse dur bakalım, en azından 2-3 farklı iş görüşmesinde olayları tek yazıda anlatırım böylece bütün komiklikleri bir yazıya sıkıştırarak komiklik açısından marjinal fayda sağlarım. Sonuçta 2 sene dış ticaret okudum. Aklımda marjinal fayda diye bir şey kalmış, günlük hayatta da kullanmak istiyorum. Bir nevi gösteriş.

Evet böyle yazıya girişte kâh goygoy kâh geyik (bu arada o a'ların üzerindeki şapkaları yaparken kendimi çok önemli biriymişim gibi hissediyorum, sanırım cidden tırt bir insanım) şekilde başladım ama iş görüşmesi yazısına ama belli ki bu yazıda konuya giremeyeğim. O yüzden çok kısa bir süre sonra ilk iş görüşmesi yazısıyla tekrar aranızda olacağım. (her yazıyı "beni özleyin anacığım, baayyyy" ile bitirmek istiyor içimdeki Levent Kırca ama bastırıyorum) Tekrar görüşene kadar kedinize iyi bakın. Evet kedinize.

10 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #73

Yolda görenlerin beni yoldan çevirip "Nooolur bloga yeni yazı yaz" demeleri, mail kutumun yeni yazı talepleriyle dolup taşması falan derken artık ben de daha fazla dayanamayıp yeni yazı yazmaya karar verdim. Naber sevgili okur?

*Sanıyorum futbolda 4.hakemin tek görevi oyuna giren futbolcuların kramponlarını kontrol etmek. Onu da niye kontrol ediyorlar hakikaten bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla eskiden çivili kramponların uçları (yanlışlıkla oç'ları yazdım lan adkhsa) fazla sivri olmasın da mücadele esnasında pozisyon gereği rakip futbolcunun ayağını delmesin diye kontrol ediliyormuş. E ama artık yıl olmuş 2012 öyle krampon mu kalmış. Bence bu 4.hakemler kullanılmayan organ gibi yavaşça körelip yokolabilir. Sonuçta bizim de eskiden kuyruğumuz varmış ama kullanmaya kullanmaya körelmiş yokolmuş.

*Ha bana kalırsa kuyruğumuz olsa çok süper olurdu. Ne biliyim bi işe yarardı bence. Su şişesini koyacak yer bulamıyorum çoğu zaman ben, mesela su şişesini kuyruğumla taşıyabilirdim. Çantanın yan tarafından su koymak için yapılmış filenin o zevksizlik abidesi görüntüsünden de kurtulmuş olurduk. Bilemiyorum kuyruğa gereken değer verilmemiş belli ki. Atalarımız adına gerçekten utanç verici bir durum.

*Ata olmak da büyük sorumluluk yemin ediyorum. Yani atıyorum 4 yılında doğmuşsun. Kaçlısın diye soranlara "4'lüyüm kanka" diye cevap veriyorsun. Bu zaten başlı başına psikolojik olarak insanı çökertebilecek bir hadise. Üstüne üstlük günümüzde olduğu gibi güzel ve konforlu bir yaşam tarzı da henüz o çağlarda yok. Tam olarak 4'lü yıllarda halen dinazorlar var mı ya da evin erkeği aslanları avlamak zorunda kalıyor mu emin değilim. Tarih bilgim beni bu noktada yarı yolda bırakıyor.

Ayın 15'i geldiğinde eve bununla gelmen gerekiyor. Kolay değil

*Eskiden olayların net oluşu beni gerçekten kıskandırıyor. Yani evin erkeğiysen dışarı çıkıp aslan veya ona benzer eti yenilebilir hayvanları avlıyorsun. Tabii düşündüğümüzde bu gerçekten zor bir olay. Bana bugün deseler "dışarı çıkıp aslan avlar mısın?" diye, tam olarak nerede bulup avlayacağımı bilemem gibime geliyor. Ama sağdan soldan öğrendiklerinle de yaparsın yani. Yemin ediyorum iş görüşmelerinden kat kat iyidir. Çok geriliyorum ben iş görüşmelerinde, sonuçta orada kendini beğendirmen lazım vs. Gerçekten yorucu olaylar. Aslan avlamak ise öyle değil. Mental olarak seni yormayacak bir olay. Ha şans eseri aslan seni yiyebilir ona bişey yapamayız gerçekten. Ama en azından kafan rahat. Bilemiyorum medeniyet çok da iyi bir şey olmayabilir.

8 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Cinsel Devrim -2

http://littleiv.blogspot.com/2012/05/cinsel-devrim.html

Aklımdakinin gerçekleşip gerçekleşmediğini öğrenmek için hemen mahalleden arkadaşım Necmi'yi aramaya başladım. Her zamanki gibi bakkalın önündeki ufak taburelere oturmuş muhabbet ediyordu. Beni görünce yüzüne saçma bir sırıtış yerleşti. Bu sırıtışı bir yerden hatırlıyordum. Evet küçükken mahalleye yeni açılan dondurmacı bedava dondurma vermişti ve ben o sırada evde öğle uykusunda olduğum için bedava dondurmayı kaçırmıştım. Bunun muhabbetini tam 3 yıl yaptı Necmi ve tam 15 yıl aradan sonra yine aynı sırıtışla karşılaştım. 'Acaba neyi kaçırdım?' diye düşünerek yanına yaklaştım. 

-Nerdesin kerizim? Uyu sen uyu, camış gibi akşamlara kadar uyu. Sonra çok vurursun kafanı duvarlara, dedi. Hayırdır anlamında parmaklarımı açıp sağa sola salladım. 'Cinsel devrim oldu oğlum. Sen götünü devirmiş osura osura uyurken biz bu şanlı mücadelemiz uğruna devrim yaptık.' 'Senin yalanlarını s.kiyim' derken bakkal abinin pembeleşmiş yanaklarını ve gofretlere boş bakan gözlerini gördüm. İşte o anda gerçekten cinsel devrimin gerçekleştiğini anladım zira bakkal abi asla dükkanı sınırları dahilinde boş gözlerle bakmazdı. Bunu farkettikten 1 saniye sonra ise Necmi ile Bakkal'ın arasında bir şey geçip geçmediği düşüncesi düştü aklıma. Öyle bir şeyin olmasını hiç istemezdim çünkü hiç bir güç her gün alışveriş yaptığım bakkala yenge dedirtemezdi bana.

Aklımda bu tip düşüncelerle bir tabure de ben çektim altıma ve yengenin pardon bakkalın önüne oturdum. Ama 4 saat boyunca kaçırmış olduğum fırsatlar beni biraz strese sokmuş olacak ki hemen tekrar ayaklandım. Necmi 'Oğlum sevişmek için yapılan bütün o gereksiz ön çalışmalar kalktı. Sevişmek istediğin insana gidip medenice soruyorsun eğer o da istiyorsa hemen oracıkta seksini gerçekleştiriyorsun. Çevredekiler de hiç yadırgamıyorlar. Tam bir Avrupalılık, tam bir medenilik. Amsterdam gibiydi diyorum ya sana Beylikdüzü, Avrupa başkenti oldu resmen.'

Necmi'nin her kelimesi adeta ciğerimi dağlıyor, adeta kağıt kesiği gibi acıtıyordu. Tam da uyuyacak günü bulmuştum .mk. Halbuki erken kalksam ne biçim seksler yaşayabilecektim gönlümce. Sonuçta kızlarla ilişkilerimde belli bir seviyeyi bir türlü aşamıyordum. Tanışmak zor geliyordu, konuşmak ızdıraptı, dışarı çağırmak çok zordu. Böyle düşününce cinsel devrime ne kadar ihtiyacım olduğunu anlamışsındır sevgili okur. Resmen hayatımın fırsatını kaçırmıştım. Pişmandım. Acaba hâlâ bir yerlerde devrim kırıntıları devam ediyor mudur? Mesela hoşlandığım kız Arzu'nun mahallesinde? Kafamdaki bu sorularla yengemin dükkanının önünden kalktım. Allah belanızı versin Necmi ve bakkal. 

4 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Cinsel Devrim

Ciguli'nin 'Çalgıcı karısı Binnaz' şarkısı ile telefonun titreşiminin parkede çıkarttığı sesin birbirine karışması ile uyandım. 'Sevdiğiniz şarkıyı alarm sesi yapın 10 günde o şarkıdan nefret edersiniz' diyen dostlarım yüzünden Ciguli ile karşılaşsam fötr şapkasını çıkartıp kel kafasını tokat içinde bırakacak hale geldim. Ama şarkıdan nefret etmedim, edemedim.

Salona geldim. Oda çok havasızdı. Dışarıdaki bahar havasının içeri girmesine izin vermek için pencereyi açtım. Camın önüne gelerek Holivud filmlerindeki gibi dışarıdaki havayı içime çekmek için abandım. Bu hareketimden sonra içeriki odadan üzerinde sadece gömleğim olan sevgilim çıkıp gelecek ve sabah sevişmesi yapacakmışız gibi hissettim. Ama doğal olarak kimse çıkmadı. İnternetten sipariş ettiğim ve kargo şirketinin eve dahi getirmeden 'Biz getirdik siz yoktunuz' dediği için 2 kilometre boyunca taşıdığım 3 kiloluk iki dambılımı kaldırmaya başladım. 2-3 günde bir yarım saat boyunca kaldırıp indirerek vücut yapacağıma olan inancımın kaybolmasına en fazla bir kaç gün kalmıştı. Dün akşamdan dışarıda kalan koladan bir yudum aldım. Asidi kaçmıştı ve sıcaktı. Sol elimdeki dambıla ve sağ elimdeki 2 buçukluk kola şişesine baktım, kendimden tiksinip dışarıda kendime güzel bir kahvaltı ısmarlamaya karar verdim. Kendimi bir buçuk porsiyon patatesli börek ile şımartacaktım. Yanına da ne ince belli ne büyük boy sayılabilecek arada kalmış bir bardak çay.

Pantolonumu giymeden önce üzerimdeki boxer'ı 3 gündür değiştirmediğimi farkettim. 3 saniyede hızlıca bugün sevişme ihtimalimin olup olmadığını düşündüm. Muhtemelen bugün de sevişmeyecektim ama özsaygımı kaybetmemek adına boxerımı değiştirdim. Üzerine kolları ilk giydiğimden beri kıvrık halde duran kareli gömleğimi ve her zamanki kotumu giydim. Parfümümü sıktıktan sonra dışarı çıkmaya hazırdım. Belki pattisli börekten sonra lise arkadaşlarımı arayıp onlarla bir buluşma ayarlayabilirdim. Gün neler gösterecekti bilmiyordum. Ayakkabılarımı da ayağıma geçirip kendimi dışarı attım.

Her zamankinden farklı bir hava vardı dışarıda. Bir ferahlık, bir rahatlamışlık vardı, hissedebiliyordum. Sokakta gördüğüm 2-3 kişinin yanakları pembe pembeydi ve yüzlerine garip bir gülümseme yerleşmişti. Anlam veremesem de çok önemsemedim 'İddaa falan tutturdu herhal' diye düşünerek börekçiye doğru devam ettim. Ana caddeye çıkınca gördüklerim karşısında tam anlamıyla şok olmuştum. Aman Allah'ım bu da neydi? Olacak olacak dedikleri şey sonunda olmuş muydu?

5 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #72

Vay be.. Resmen duygulandım lan şu an. Aylar sonra blogger'ın "Yeni Kayıt" sayfasına girip Kısa kısa yazacağım. Çok heyecanlı anlar, evet Birand burada inanılmaz bir bilgi kirliliği mevcut. Kimse ne olduğunu tam olarak anlayabilmiş değil. Evet yeterince saçmalama potansiyelin kavuştuysak bir kaç madde ile ellerimiz ve beynimizi olaya alıştıralım.


*Yalnız tabi Twitter'da fenomenlik mesleği falan derken artık blog için telefona taslak kaydetmeyi de bıraktım. Çünkü aklıma geleni otomatik olarak 140 karaktere indirgiyorum ve twit olarak yazıyorum. Bu durumda ne oluyor? Blog için malzeme kalmıyor. Çocuklar diyor "anne" diyor "bizim neden blog taslak püskevitimiz yok" diyor. Televizyonda görüp istiyor e o da haklı tabii. İşte bu durumu yok etmek için bu yazıdan sonra tekrar blog taslakları kaydetmeye başlayacağım. 


*Ancak blogda şöyle bir durum olacak. Uzun komik şeklindeki yazıların yanında kısa kısa fazla komik olmayan ama direk kendimle alakalı şeyler de yazacağım. Hafif formatta kaymalar olabilir yani. Yıl olmuş 2012, halen 2009'daki formatla devam edeceğimi düşünmüyordunuz herhalde? Çelik bile değişti ben mi değişmeyeceğim?


*Ya sanıyorum dünya üzerinde hiçbir şey beni kalın yorgan ile uyumak kadar mutlu edemeyecek. Ne kadar güzel ne kadar mutlu edici bir nesne bu çok kalın yorgan. Yaz kış farketmeden çok kalın yorgana kendimi teslim edebilirim. 


*Ha ama çok kalın üst pijamadan zerre hazzetmem. (İki kelimede de sessiz harf çiftleşmesi olması) Çok kalın üst pijama varken mutlu uyuyamıyorum ama çok kalın yorgan çok güzel bir şey. Optimum şart ince tişört ve çok kalın yorgan ikilisi. Güzel uyku bunlarla olur.


Haftanın overrated'ı: Ayakta işemek.


Her ortamda aşırı şekilde övülen erkeklere özgü olan mevzu ayakta işemek. Bence bir numarası yok. Kızların fazla özenmesine de gerek yok. Gelin beyler itiraf edelim, sırf böyle bir avantajımız olduğu için abarttığımız bir olay ayakta işemek.

0 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

İstiklal Caddesi Toplaşmaları - 2

Öncelikle bunu okuyalım daha güzel olsun. 
http://littleiv.blogspot.com/2012/04/liseden-beri-suregelen-arkadaslgn-devam.html
İstiklal Caddesinde gerçekleşen lise toplaşmalarındaki elemanları incelemeye devam ediyoruz. 


Sıkılan kız, bu toplanmaların vazgeçilmez öğelerinden bir tanesidir. Kadehler tokuşturulurken, kahkahalar havada uçuşurken bu hanım kızımız birden suratını asar, öfleyip pöflemeye başlar. İnsanların ilgilisi üzerine çekmek için bu tip olaylara girdiğini düşünüyorum ben bu hanım kızımızın. Sonrasında çevresindeki insanlar "Ya Pınar nolduuğğ?" gibi sorular sorarlar. İlgiyi üzerine çekmekte başarılı olan ablamızın sıkıntısı geçer. Herkes tekrar mutlu olur.
Komik çocuk. Daha oturma düzeninde bile popülerliği belli olur. Grubun odak merkezi bu komik çocuk olmak üzere diğer insanlar onun çevresine konuşlanır. Ne derse gülünür, kızlar üzerine üzerine kahkaha atar. Tabii olay orada sonra erer.
Zengin eleman. Parası vardır. Her daim parası olduğunu belli eder. "Biz geçen bir yere gittik 250 lira hesap ödedik" der. Para onun için önemsizmiş gibi davranmaya çalışsa da aslında paranın kendisi için ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar istemeden. Arkasından konuşulabilir.
Şişman kız. Bazen şişman bazen de eskiden şişman olan kız olarak 2'ye ayrılabilir. Hafif toplu olanlar da bu kategoriye girer. Komik çocuk tarafından şişman şakalarına maruz kalır. Başlarda kendisi de güler ancak şakaların dozu arttıkça hafif bozulur. Sonlara doğru kavga bile çıkabilir.
Etkisiz eleman. Her zaman çağırılan biri değildir. Toplaşmaya katılsa da genelde masanın en ucunda yer alır. Fazla sohbete katılmaz, birasını içer yine yalnız takılır. Olsa da olur olmasa da olur.


Evet İstiklal Caddesi toplaşmalarındaki grup elemanlarını 2 yazı ile bitirdik, yeni yazı dizilerinde görüşmek üzere. 70'liğe 7 liradan fazla vermeyin.

3 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

wibiya widget