Kısa Kısa #67 (Askeri Kısa Kısa #4)

 Merhaba gülmek için yaratılmış okur, gözleri çipil çipil bakan okur.

*Toplamda 4 farklı askeriyenin duvarlarında gördüm şunu aynen yazıyorum.

Dikkatli ol Mehmetçik,
İşini ciddi yap,
Kaza geliyorum demez,
Kendini koru,
Aklını kullan,
Tehlikeyi gör,
Lüzumsuz iş yapma,
İbret al hatalarından

Olaysız tamamla askerliğini,
Lazımsın sen Vatana!

İlk harflere baksana yok sonunda ama ilk harfleri kırmızı ve kapkalın yazdıkları için akrostişi kaçırmanın imkânı yok. Gözünüze sokuyorlar adeta. Ayrıca ben hayatımda bu kadar zorlama bir akrostiş görmedim. Muhtemelen askeriye dışında da göremem. Ayrıca sonuna kadar bir baba edasıyla nasihat verirken en sonda azarlaması gerçekten çok ilginç.

*Askerliğin en önemli ritüellerinden birisi de ’askerde maç izlemek’. Benim acemiliğim biraz şanslıydı sanırım. Çünkü taburda Lig TV vardı ve lig maçlarını izleyebiliyorduk. Tabii askeriye açısından akıllıca bir hamle, 300 tane erkeği aynı anda neyle meşgul edebilirsin? Tabii ki futbol. Bunun sonucu olarak da her maç yaklaşık 100 kişi televizyonun başına toplanıp maç izledik. Akşam yapacak daha iyi bir iş olmadığından, ben izlenebilecek tüm maçlarda yerimi aldım.

*Şimdi nasıl İngiltere’de ada ülkelerinde falan futbol acayip önem verilen bir organizasyon, işte adamlar artık aşmış, oturuyorlar efendi gibi maçlarını izliyorlarsa burada da ortam aynı. Gerçi orada sebep saygı, bizde sebep ‘en önde oturan komutanlar’. Yani sıkıysa taşkınlık yap, sıkıysa holigana bağla.

*Tabii arada gözle görülür farklar da olmuyor değil. Örneğin biliyorsunuz İngiltere’de bir takım gol kaçırdığında tribünden tek kişiden çıkarmışçasına bir ‘AAAUUUOOO’ ya da ‘HHUUUUUU’ sesi çıkıyor. Bu olay askerlikte de oldukça büyük benzerlikte yaşanıyor. Tek fark çıkan ses bizde ‘EEEAMMUĞĞUAAGGOOYYMM’ ya da ‘HAYANANISKIII’ şeklinde oluyor. Ama hep bir ağızdan. Sanki Akseki Jandarma Tabur Komutanlığında değil de Anfield Road’daymışçasına.

*’Daymışçasına’ da çok rahat köy ismi olurmuş ha.

-Nerelisin abi?

+Konya.

-Neresinden?

+Daymışçasına.

-OO topraam ne haber ya?

gibi.

*’Er ve erbaşlar giremez’ lafı hiç bu kadar can yakmamıştı bu arada.

*Oradaki erbaş ibaresi de aşırı gereksiz. Adam kısaca asker giremez demek istiyor. Ben şimdi çavuş oldum, yani erbaş. Gidip, ‘dayı ben çavuşum girebilir miyim?’ mi diyecektim erbaş yazmasaydı. Çok saçma. Çorbacılar sizi kınadım ve laflar hazırladım.

*Fotoğraf diyemeyen bir fotoğrafçımız vardı birlikte. ‘Futrağf’ diyordu fotoğrafa. Kendisi fotoğrafçı görünümlü işportacıydı bu arada. Herif yemekhaneden götürdüğü masalarla açtığı fotoğraf standının yanında bir adet de don, atlet, çorap, el feneri, kulak tıkacı, tırnak makası, dikiş seti, oda spreyi(valla), deodorant, vatka (ayakkabıya koymalık) gibi ürünlerden oluşan yardımcı stand açıyordu. Aynı zamanda askeriyenin mektup, posta gibi ihtiyaçlarını getirip götürüyor ve tabii ki asıl işi fotoğrafçılığı da yapıyordu.

*Öyle bir adamdı ki futrafçı Mehmet Abi, akla hayale gelemeyecek yerlerden fırlayıp, fotoğraf çekmek istiyordu. İçtimaya mı toplanıyoruz hop Mehmet abi orada. Yemek mi yiyoruz, Mehmet Abi ‘Yemek yerken futrağğğf?’ diye yanaşıyor. Bir keresinde çarşıya çıktık, ilçede tepe bir yer var ama baya (evet bayağı diye yazıldığını biliyorum canım TDK okuru) dağ gibi yüksek. Oralarda gezinirken ne oldu nasıl oldu anlamadan bir taşın altından çıkıp ‘manzarada futrağf gençler?’ diyerek bizi sıçırttırmaya teşebbüs etti. Çok ilginç adamdı yani.

*Sallama çayın poşetini kendi ipi vasıtasıyla, çubuk yardımı ile sıkaraktan posasını çıkartan adamın hırsı bende olsaydı, belki dünyayı ele geçiremezdim ama en azından Beylikdüzü’nde ileride değerlenecek birkaç dönüm arsa alabilirdim. Çünkü bu işler için en iyi adres Beylikdüzü’dür. Yıllardır değerlenemedi gitti sıçtığımın yeri.

*Bence bu yazı için bu kadar gülmelik hikaye yeter. Bir sonraki yazı aslında hazır ama hemen yayınlamıyorum ki ilişkimizi canlı tutayım. Arada küçük süprizler yapmak isterseniz yorum falan yapın ne bileyim öyle çiçeğe böceğe lüzum yok. Zaten aşk doktoru Mehmet Coşkundeniz diye de birisi yok. Ev kadınlarının hayal gücü ile yaratılmış bir android kendisi. Hem coşkundeniz diye soyadı mı olur allasen. Haydin (yanaktan makas almaca)



(Gelecek sayı kısa kısa’da olacaklar: Amerika’da blog tutmanın incelikleri, askerde erkek muhabbeti nedir, nasıl yapılır, hemşirelerin gelişi ile birlikte yaşanan bayram havası, Ali Kaptan’ın askerlik anıları, üniversite mezunu adamların yürüyememesi, ilişkiyi sağlamlaştıracak birkaç küçük öneri ve daha pek çok komiklik ‘Askeri Kısa Kısa 5’te sizlerle olacak)

3 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Bir Buluşmanın Anatomisi


         Saate baktığında 12:34:56 ‘ydı. ‘Ehehe negzel saat lan’ diye düşündü. Tekrar Taksim Metrosundan Burger King’in önüne doğru akan kalabalığa dikkatle bakmaya başladı. Daha önce bunu kaç kez yaptığını düşündü. ‘Hayatım Burger King’in önünde seveceğim kızı beklemekle geçti amınike’ diyerek kaderine tam olarak küsmese de teessüf etti. Saat 12:36:49’du ve hiç de güzel bir saat değildi.

         İnternette konuşurken kendisini tanıyabilmesi için 4 adet fotoğrafını göndermişti kız. Burger Önü, bu fotoğrafların hepsinde neden sadece boyundan yukarısının olduğuna dikkat etmemişti. Acaba kız geri kalanı Burger Önü’nün hayal gücüne mi bırakmak istiyordu? Burger Önü saatine bir kez daha baktıktan sonra tam umudunu kesmeye başlamıştı ki fotoğraflarda gördüğü yüzü yüzlerce kişinin arasından, hani Amerikan filmlerinde FBI’ın falan bilgisayarları aradığı yüzü böyle tırrrr diye tarayarak bir tanesiyle ‘Perfect Match’ diye eşleştirir, aynı o hesap eşleştirdi. ‘Oh’ dedi coşkusuna hakim olamayarak. ‘Sonunda Ay Yüzlü’mü buldum.’

         Kız gerçekten ay yüzlüydü. Ama işin kötü tarafı alt tarafında da aydan esintiler vardı. Burger Önü için ne üzücüdür ki, Ay Yüzlü’den ay parçası diye bahsetmek imkansıza yakındı. Yani ay parçası değil ay tamamıydı daha çok. En azından ay kadar hacim kaplıyordu uzay boşluğunda. Burger Önü bunu fark ettiği anda ‘ya pardon, şey ımm benim karşıya geçmem lazım da bir liranız var mıydı acıba’ diyen rastalı saçlı Greenpeace’çi tipli yavşak dille konuşan bir çocuk yanaştı, ‘Siktir git lan başımdan, başlarım bi lirana da balinana da’ diyerek hıncını rastalıdan çıkarttı. Rastalı ise ‘ne balinası .mınakoyim, deli herhalde’ diye düşünerek kendine yeni avlar aramaya koyuldu. Halbuki bilmiyordu ki bu tiple Greenpeace’çinin kralı, doğa dostunun feriştanı olurdu.

         Ay Yüzlü, Burger Önü’ne yaklaştı, yaklaştıkça çocuğun gözünde devleşti (mecazen değil). Burger Önü elini uzatarak tokalaştı Ay Yüzlü ile. Hiç de romantik komedilerdeki gibi bir tanışma değildi bu, ne birisi Hugh Grant’tı ne de diğeri Jennifer Aniston. Gerçi kızdan bir seferde 4 tane Jennifer çıkardı ama bu aynı mutluluğu vermezdi büyük ihtimalle. ‘Aç mısın, bişeyler yiyelim mi?’  sonunda soru işareti olduğundan bir soru cümlesi sayılabilirdi belki, ancak cevabı bilinen şeye soru denmezdi güzel Türkçe’mizde. ‘Off midem kazınıyor’, Ay Yüzlü’nün dünya üzerinde verebileceği cevap olasılıklarının %97,328931’ini kapsıyordu (olasılıksız kafası). Bu sebeple yemek yemek için nereye gideceklerine karar verme aşamasına geldi durum.

         ‘Yemek yerine karar verme’ ortalama 5 seneyi doldurmuş ilişkilerden öncesinde iki tarafın ortak noktada buluşması için en az 15 dakikayı harcamalarına sebep olan büyük bir belirsizliktir. Heisenberg bu sorunu yaşasa ‘valla benim bulduğum Heisenberg Belirsizlik ilkesi tırtmış abi bu sorunun yanında’ der, bilim dünyasında şok etkisi yaratırdı. Sonuç olarak ikisi de aşırı kibarlaşarak yemek yenecek yeri seçme olayını karşı tarafa paslıyor ancak diğeri cömertçe iade ediyordu. 15 dakikanın sonunda bir kebapçıya gitmeye karar veriyorlardı. Burger Önü menüde 4 lira yazan, ancak ortaya söylendiğinde bir anda duble porsiyona dönüşüp hesapta 8 lira olarak karşısına çıkacak olan çoban salatanın bilincinde olarak kebapçıya giriyordu. Biliyordu ki menüsü Osmanlı döneminden kalma ferman kapaklarına benzeyen kebapçılarda hesaba itiraz edilemezdi. Hele yanında ilk kez buluştuğu birisiyle bu ihtimal sıfıra iniyordu.

         Mekandan çıkarken görüyoruz ikiliyi. Ay Yüzlü doymuş ve mutlu, Burger Önü ise kazıklanmış gibi duruyordu. ‘Bir yemeğe 54 lira verilir mi lan?’ düşüncesi adeta karikatürlerdeki gibi bir düşünce balonu olmuş ve diğer faniler tarafından da görülebilir hale gelmişti. Ay Yüzlü metroya girmek için ayrılırken mutluluktan (belki de doymuşluk hissidir, tam bilemiyoruz) sırıtırken, Burger Önü otobüse biner binmez bir hışımla telefon rehberinden bir numara siliyordu.

0 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #66 (Askeri Kısa Kısa #3)


Naber ay parçası suratlı okur. Senin o tatlı canını beğğn. Yazıya geçiyorum alt maddeye sıçra hemen.

*Gel gel burası çok güzel, önce komik gelmiyo ama sonra alışıyosun.

*Askeriyede en önemli kurallardan biri sabah yatağını yapmak, sürekle övündükleri çok da üzerine düştükleri bir konu. Ama olayı o kadar abartmışlar ki mantık sınırlarının dışında isteklerde bulunmaya başlamışlar. Adam diyor ki yatak o kadar düz olacak ki demir para attığında üzerinde sekecek. Ya bi’ sektir git, ne sekmesi kardeşim. Bu fizik kurallarının dışındaki isteği o kadar özümsemişler ki, yatağı ne kadar düzgün yaparsan yap yine de beğenmiyorlar. Tabii sen de sallamıyorsun bir süre sonra. He deyip geçiyorsun.

*Bu arada askeriyede yıl hala 1998. O yılda kalmışlar ilerleyememişler. Güldürme yöntemi tek: FIKRA. Komutan topluyor 250 kişiyi, 1995 yılında üretilmiş bir fıkrayı anlatıyor, e anlatan komutan olduğundan kahkahalarla gülmek mecburi. Adam da herkes güldüğü için yıllardır anlatıyor da anlatıyor.

*Çevrenizde görmüşsünüzdür. Nerede bir müdür, efendime söyliyim, şirket sahibi ya da deminki örnekteki gibi komutan falan var bu insanların espri kabiliyetleri ekseriyetle sıfırın altındadır. Çünkü altındaki elemanı bu adam ne anlatırsa anlatsın güldüğü için kendi kendine ‘hee’ diyor, ‘benim espri yeteneğim gerçekten fevkaladenin fevkindeki herhalde ki’ diyor, bak kendi kendine düşünürken bile kötü espriye talim ‘ben bu espri anlayışımı sürdüreyim’ diyor. Bir Allahın kulu da çıkıp ‘yetti be senin pis esprilerinden’ diyemediğinden aynen devam.

*Bok’u biliyorsunuz hepiniz. Genelde çizgi filmlerde ya da resimlerde hep böyle yuvarlak yuvarlak üst üste koni biçiminde resmedilir. (allaam ne anlatıyorum ben) Ben şimdi bunu düşünüyorum da bu boku oluşturmak için insanlar götünü döndüre döndüre mi s.çıyor. Geceleri bunu düşünmekten uyuyamıyorum.

 
*Şaka bokunu bulan insana saygı duyamıyorum.

*Askerde her ‘Kıt’a dur’ dendiğinde aklıma ‘Carte D’or’ geliyor.

*Vianetta da ne ünlüydü be bi’ aralar. Tam orta halli kesimin lüks tüketimiydi. Kendimden biliyorum. Max mesela evimizin çocuğu gibiydi. Yani arada bakkala ekmek almaya göndersek gider, üstüne de kendine çikolata al desek alır, öyle bizden biriydi. Kornet teyze dondurmasıydı. Cornetto değil ama kornet. Biliyorsunuz teyzeler dondurma yerken nedeni belirsiz şekilde gülerler. Ve kesinlikle dondurmayı poşetlerinden çıkartmazlar.

*Teyze ve amcaların dondurma yerken neden poşetlerini çıkartmadan yediğinin sırrını keşfetmeye çalışan bir antropolog garip bir şekilde ortadan kayboldu diye iddialar gündeme gelse hiç düşünmeden inanırım.

*Askerliğin acemilik kısmında tek paşa görme ihtimaliniz, ‘paşa çayı’dır.

*Ne s.kim bi’ cümle oldu lan bu böyle.

*’Bu böyle’ diye şarkı yapmak da kitleleri t.şağa almaktır bence.

-Ne? Nasıl?

+Bu böyle. (sessizlik)

Vay seni Sertab.

*Sertab Erener’in ismini Sertap diye okuyup Sertab diye yazmamız hangi dilbilgisi kuralına uyuyorsa ben o dilbilgisi kuralının g.tüne koyiyim afedersiniz.

*Farkındaysanız bir an için kendimi kaybettim.

*Askere ilk geldiğim gün gördüğüm ‘dünyanın en düzgün konuşan adamı’ ki kendisi üniversitede öğretim görevlisi olarak görev yapıyor. Bu adam ortama öyle bir uydu ki yaklaşık 4. günde cümlede 3 küfür ortalamasıyla oynamaya başladı. Ama nasıl koyuyor hoca, kulaklarınıza inanamazsınız.

*İlk kez komiklik bakımından kendime çok benzeyen biriyle tanıştım sevgili okurcan. Yani espri yapma stili, güldürme şekli bana çok benziyor. İnsanın kendisini dışarıdan görmesi gibi bir şey. Bazen çok antipatik geldiğini görünce de çok üzüldüm lan. Pis herif nerden çıktın karşıma.

*3. askerlik kısa kısa’sının da, kısasa kısas, burada sonuna gelirken ban klavyede littleiv, ben yazım ekibinde littleiv, ben renklendirmede littleiv ve ben ulaştırmada littleiv diyerekten adeta tek başıma dev bir orkestra olduğumun altını kırmızı kalemle çiziyorum ki dikkat çeksin. 

*Burunlarınıza birer pıt pıt yaparak uğurluyorum sizi. Hadi baybay.

(Gelecek sayı kısa kısa’da olacaklar: askeriyede astokriş yapabilmek, askerde maç izlemek, efsane fotoğrafçı ağbinin maceraları, Mehmet Coşkundeniz’in aslında olmaması ve daha pek çok komiklik ‘Askeri Kısa Kısa 4’te sizlerle olacak)

4 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #65 (Askeri Kısa Kısa #2)

Selamlar sevgili karda kışta güneşte yağmurda beni yalnız bırakmayan kaşları keman okur. Nasılsınız inşallah keh keh. Ya böyle espriler yapıp gülen biri olsaydım gerçekte. Kendinizi aldatılmış hissederdiniz değil mi? O yüzden şimdi gerçek şakalarımıza geçiyorum.

*Gerçi düşündüm de benim çocukluğumda okuduğum kitaplar arasında Yalvaç Ural’ın Zıpırsal Bilmeceler adıyla yayınlanan, Türk halkının espri anlayışını yok etmek amacıyla hazırlandığı iddia edilse müebbet ile karara bağlanmasına sebep olacak bir kitap vardı. O günlerden bu günlere iyi gelmişim valla.

*Askerdeki 3. günümde kola içtiğimde yaşadığım mutluluğu tarif etmem imkansız sevgili blog sever dostlarım. Ki normalde pek fazla kola içen de biri değilim ama burasının psikolojisi çok farklı lan. 

*Sivil yaşamda cep telefonunu yoğun kullanan bir insan olduğumu tahmin ediyorsunuzdur. Askere gelmemin ilk günlerinde cebimde gaipten titreşimler hissetmeye başlayınca ‘a-ha’ dedim. ‘Benim kafa gitti, ben en iyisi kaçayım bu askerlikten’. Sonra tabii vazgeçtim.

*Askerde son moda komutana hocam demek. İnsanın ağzı ister istemez kayıyor. Tabii her hocam diyenin 30 şınav çekmesi tatsız bir ayrıntı.

*Komutan’a hocam demenin yanında (tabii bu söylediğim acemi birliği için geçerli) diğer asker alışkanlıkları da kayboluyor sanırım yavaş yavaş. O devrem’ler tertip’ler hep yerlerini hocam’lara kanka’lara hatta kanks’lara bırakmış durumda. Gerçekten çok üzücü.

*Bazılarınız biliyordur, acemiliğin ilk 15 günü paso sağa dön, sola dön, yürü allah yürü formatında geçmekte. Bizim birlik de komando birliği olduğundan, bu adamların hayatlarının 15 ayı burada geçiyor. Arada da hoparlörlorlörlereuimlekuimlek. A ha klavyenin kontrolünü kaybettim bi’ an. Hoparlörlerden müzik veriyorlar. Tam biz yürürken birden Hande Yener çalmaya başlaması ile ‘Bodrum’a da gittik beraber İstanbul’da da yaşadık’ melodisi ile yürüyüşe geçmemiz bir oldu. Garip bir tecrübeydi. Gerçi sonrasında Demet Akalın, Bendeniz, Ankaralı Hatice(?) ve İsmail Türüt ile de yürüyüş yaptığımızdan çok yadırgamadım.

*Bu gazetelerin spor sayfalarında maç analizi kısımlarında kim kaç puanlık oynamış not veriyorlar ya hani. Bazı futbolcular 89. dakikada falan oyuna girince böyle adının yanında parantez içinde soru işareti oluyor, Mustafa Sarp (?) , gibi. Yani diyor ki, lan ben buna ne desem boş. Ben o soru işareti puan alan adam olsam 3 gün insan içine çıkamam. Evde yataklara düşer ağlarım. Öyle de ezik bir durum.

*Ev telefonu ile konuşurken birden yan odadaki cep telefonunuzun çalmaya başlaması, konuştuğun kişiyle konuşmayı hızlandırmaya çalışman ama onun ısrarla konuşmayı uzatması, alelacele telefonu kapatıp diğer odaya yetişirken cep telefonunun susması. Gerçekten kahır bela bu değilse başka hiçbir şey değil.

*Askere gideceğim ilk belli olduğunda ‘ooo Antalya çıkmış’ diye sevinen ben ‘Akseki’ adlı Antalya’dan çok Konya’nın güzide bir ilçesi olma çabası içindeki güzide beldemizin Akseki değil ‘Ats.ki’ olduğuna kanaat getirdim.

*Çarşısı toplam 45 saniyede gezilebilen bir yerden bahsediyorum. Sokakta 16-23 yaş aralığında insan gördüyseniz gerçekten çok şanslısınız.

*Askeriye gerçekten çok ilginç bir ortam. Her şeyi sırayla yapıyorsunuz. Zaten günde 6-7 defa içtimaya çıkıyorsunuz. Ha babam sıra ol. Yemeğe sırayla, kantine sırayla, tuvalete sırayla, banyoya sırayla. Normal hayata döndüğümde sokakta yürürken önümdeki insanlara ‘hizaya geç, istikametini kontrol et!’ diye bağırarak muhteşem dayaklar yemeyi planlıyorum.

*Normal hayatta yok efendim kirli sakal aman efendim top sakal şekilleri diye anlatanlara imrenerek bakan ben askerde sakalsız olmanın avantajını mükemmel yaşadım. Burada sabah sakal traşı olup akşam Suavi’ye dönen adamlar arasında 3 günde bir traş olarak büyük rahatlık yaşıyorum.

*Ben traş bıçağı için reklam filmi çekecek olsam hiç düşünmeden firmanın reklam yüzü olarak Suavi’yi seçerim. Hatta kendisi reklam yüzünden çok reklam sakalı olur tabi ama ben kendisini hiç bozmadan ‘Suavi’ciğim sen bizim reklam yüzümüzsün canım benim, ha koçuma ha sakallıma benim’ diye gaz verirdim kendisine. 

 ha goçuma

*’Jilettt maküççç. Tek bıçakla Suavi’yi bile traş eder!!!’’

*A-ha reklam sloganını da buldum.

*Koğuşta, yemekhanede, içtimada, durup dururken çat diye kalemle not defterini çıkartınca garip bakışların hedefi oluyorum. Adeta ilginçlikler adamı oldum, halbuki aklıma gelen komik şeyi not alıyordum ben orada. Askeri bilgilerle ilgili aldığım notlar, twitter ve blog için aldığım notların %1’i kadar falan tahminen. Gören komutan da benim içimde iflah olmaz bir vatan sevgisi olduğunu zannediyor. Hiç sesimi çıkartmıyorum, bozmuyorum.

*Düşünüyorum da Burkina Faso’lu olmak çok üzücüdür lan. Askere falan gelsen kazara;

-Nerelisin tertip?
+Burkina Faso’luyum abi.
-Neresinden?
+Merkezin Kumbambayii Kumbamba köyünden :)

üzücü anlar. Gerçekten yürek parçalayıcı: Ne hemşerin olur ne üst devren.

*Erkeklerin yuvarlak olup voleybol oynaması kadar da çirkin bir şey yok ha. Amerikanların ‘so gay’ dediği durum.

Haydin sağlıcakla (arkadan su dökme efekti)

(Gelecek sayı kısa kısa’da olacaklar: askerde yatak yapmanın incelikleri, askeriyedeki tek güldürme yöntemi: Fıkra, şaka bokunun günlük hayatımızdaki yeri ve önemi, dondurma dünyası, Sertap Erener ve şarkılarının incelenmesi, askerde küfür ve daha pek çok komiklik ‘Askeri Kısa Kısa 3’te sizlerle olacak)

6 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #64 (Askeri Kısa Kısa #1)


* -Merhaba okur?

+SAOOL!

-Nasılsınız?

+SAOOL!

-Siz de sağolun.


* Evet artık böyle sevgili can okur. Her şeye ‘SAOOL’, ‘emredersiniz komtanım’ falan da filan da. Tabii şu anda bunları acemiliğimin 21. gününde koğuştan yazıyorum. Artık düşün nasıl şok olmuşsam, bir şeyler yazabilmek 21. günde gelmiş aklıma. Daha sonra bu yazdıklarımı bilgisayara geçeceğim ve esrarengiz şekilde sizin ekranlarınıza gelecek. Yazının mucizevi yolculuğu.

* Tabii askere gelirken pek çok ilginç olay yaşadım. Bunları ufak ufak not ettim adeta bir mini çakal gibi.”Bunlardan bana hayvan gibi malzeme çıkar’ diyerekten. Ki çıkıyor da fark ediyorum. Arada askerlikle ilgisi olmayan şeyler de yazacağım. Askerlik ağırlıklı kısa kısa’lar yeni sezonda aramızda olacak anlayacağınız kadarıyla. Da farkındaysanız hala yazıya giremedim. Sanırım biraz hamlamışım can erik okur.

* Acemilik için Antalya’ya uçakla geldim tabii. Hayatımda ilk kez uçağa binmiş oldum. Hemen korkmayın bir metrobüs değil. Yani benim hayvani metrobüs yazılarının yerini alamayacak.

* Uçak güzel alet. Bir kere çok hızlı. Yani saatte 800 km gibi hıza ulaşıyor. Ki o da 60’la giden şehirlerarası otobüse alışık benim için iyi bir sayı. Pistin içinde hafif hafif gaz vererek ilerlemeye başladığında ‘lan dedim uçak uçak dedikleri bu muymuş?’ (Bu arada ibne word her yazdığım ikilemeden sonra kelimenin altını çizerek benim yanlış yazdığımı iddia ediyor. Ağzını kırdırtma bana word. Benimle papaz olma o kadar söylüyorum sana. Sen pisleşirsen ben de pisleşirim) Sonra hain pilot bir açtı motorları ‘GGRRROOOOAAGGGHHH’ deyü havalandık. ‘Ananıskiii…’ diyerekten koltuğa yapışmam bir oldu. İlk şoku atlattıktan sonra evler, dağlar, akarsular, alüvyonlar vs. çeşitli coğrafik yer şekillerini kuşbakışı görmenin heyecanı ile uçak maceram başlamış oldu.

* Yıllarca şehirlerarası otobüslerde kek, çay, ekstra şeker peşinde koşmuş biri olarak uçağa binince, hostes abla tepside sandwiç, elmalı kek ve ufacık ama gerçekten ufacık bir su uzattı bana. O sırada çok aç olan ben sandwiçin ucundan tutaraktan, adeta kibar bir beyefendi gibi sadece sandwiçi almak isterken, ‘buyrun hepsini alın :/ ’ diyerek orada beni adeta rezil etmeye çalıştı. Ben ise rezil olmak yerine içimden ‘oh lan hem sandwiç hem kek hem de çay elleeeh’ diye düşünerek sevinçten şıkır şıkır oynamak istedim. Garip anlardı. Sonuç olarak uçakta tepsideki her şey sizin oluyor. Mükemmel.

* Tabii bu bahsettiğim olay benim uçtuğum uçak firması için geçerli. Şimdi buradan isim verip de efendim kimseyi töhmet altında bırakmak istemem (viii aaar töörkiiiş eeeyrlaayns, viii aaar gloobalii yoorrss)) ama Barcelona ve Manchester United’ın sponsorluğunu da halen yapmakta olan bir firma. Yani onlar için Messi neyse ben de oyum. Tabii Messi benim gibi alçakgönüllü değildir muhtemelen. Hayvan gibi saldırmıştır tepsiye adım gibi eminim.


* Tabii uçakta da hoşuma gitmeyen şeyler oldu, olmadı değil. Örneğin çok sarstı şöför. Yani insan vites değiştirirken şu ayağını debriyajdan çeker değil mi sevgili okur. Eheh yok lan, şöför değil pilot vardı olağanca karizmatik sesiyle ve debriyaj yoktu uçakta THY ulan bu boru mu? Ama bir ara denizin üzerinde şöyle bir kanat eğerek turlarken arkamdaki çocukların da ‘düşüyoruuuaaazz’ diye bağırmaları beni hafiften bir gerdi. Sonra iniş falan derken 45 dakikada bitti yolculuk.

* Geçtiğimiz haftalarda haberi çıktı artık havaalanının ilk girişinde x-ray’den kemerleri çıkartıp girme olayı kalkacakmış, Gerçekten çok isabetli olur, çünkü içeri girmiş bir kişi o tarafa baktığında donlarını toplamaya çalışan takım elbiseli adamlar ile şık şıkıdım giyinmiş kadınlar görünce komik bir durum oluşuyor cidden.

* Ayakkabıya girmiş taşın, o ayağı yere her vurduğunda çıkarttığı adeta ‘ben buradayım’ diye çıtlamasından garip bir haz alıyorum.

* Ayakkabıya girmiş taşı çıkartmak ise adeta orgazm gibi.

* Oeh lan askerliğe amma kaptırmışım kendimi normal komiklik yazınca bi’ garip hissettim kendimi.

* Bu arada fark etmişsinizdir genelde ‘bir’ yazacağım zaman okunuşuna daha yakın olduğu için bi yazıp sonuna bir de apostrof ekliyorum. Hani ‘bakın ben bu kelimenin bir diye yazıldığını biliyorum ancak okunuşu bi’dir bunun. O sondaki apostrof r harfini temsil ediyor’ dermiş gibi oluyor. Bu arada apostrof yazmak gerçekten çok eğlenceli. Yani nerede kesme işareti nerede apostrof. Kesme işareti ne amk. Böyle saçma isim mi koyulurmuş.

* İlk asker özel kısa kısa’nın burada bitmesini isteyenler (el kaldırmalar) istemeyenler (daha coşkulu el kaldırmalar ve birkaç dayanamayanın yaptığı alkış sesleri). Kabul edilmiştir kısa kısa devam ediyor.

* Huuh dostum gerçekten çok interaktif bir yazı oluyor.

* Genelde dandik yarışma programlarında bir bölümün galibini belirlemek için iki ekibi sırayla 18-23 yaş aralığından seyirci olarak seçilmiş kişiler tarafından alkışlatarak (amuğagoyim cümlenin başını kaybettim şu anda, şu cümle artık sksen toparlanmaz) Heh iki ekibi sırayla alkışlayan seyirci tayfası kazananı belirliyor bu tür yarışmalarda. Ekseriyetle de kazanan ikinci sırada alkışlanan takım oluyor. Neden? Çünkü ilk olarak alkışlanan takım belli bi’ oranda alkış alıyor ama sadece alkış alıyor. İkinci sırada alkışlanacak olan ekibin vahşi taraftarları bakıyor ki alkış yetmeyecek hemen ıslıklar yok efendim ‘aaaoooouuuooaaa’ diye bağırış çağırış derken orkestranın da müzik girmesi ile kazanan hep ikinci sıradaki takım oluyor. Birinci sırada alkışlanan takımın haline çok üzülüyorum.

* Sanırım bazen fazla duygusal bir insan oluyorum.

* ’Sen askerde çok dayak yersin ha’ diye bir laf vardır ya hani. Heh işte sivilde tam olarak bu tanıma uyacak eleman askerde hiç dayak yemiyor. Büyük yalan yani.

*Bu askerde çok dayak yersin denilen eleman ki kendisinden bundan sonra Bursalı diye bahsedeceğim gerçekten çok ilginç bir insan. Bu 1.65 boyunda ve yaklaşık 65 kilo ağırlığındaki arkadaş, koğuşun en uzun -1.95’lik- çocuğunun üzerinden atlayabileceğini iddia ederken aynı anda biri 80 diğeri 95 kiloluk iki adamı kaldırabileceğini söylüyor. Gerçekten çok ilginç kafalar var anlayacağınız. Her tip insan gelmiş.

* Örneğin ‘Cudi’ isminde insan var lan. Tamam Cudi Dağı var biliyoruz eyvallah da ya Şırnak yerine Ağrı’da olsaydı çocuklarının adını ‘Tendürek’ mi koyacaklardı. Bilemiyorum garip olaylar.

-Süphaaaan gel oğlum buraya.

Bakınız ne kadar saçma oluyor.

* Eh ilk yazı için bu kadarlık yeter herhalde. Zaten yazılar hazır patır patır yollıycam haftada bir. Şimdilik bir hafta kadar istirahat et!

+SAOOL!

Eheheh.

(Gelecek sayı kısa kısa’da olacaklar: ilk askerlik günleri heyecanları, Hande Yener şarkılarıyla yürüyüşün esasları, askerde sıranın önemi, Türk Pop müziğinin efsane ismi Suavi (yanlışlıkla girmemiş hayır) … ve daha pek çok komiklik ‘Askeri Kısa Kısa 2’de sizlerle olacak)

14 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Askerim

Asker oldum dostlar. Şafak 142. Bekleyin döneceğim. Asker kısa kısa'ları hazır :)

1 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #63

*Merhaba.

*Koltuk altından sonraki en çirkin ikinci bölgeyi buldum sevgili okurgaç ---> 'Dirsek içi'. Evet kolumuzun köşe kısmı, dirseğin tam ters tarafı olan dirsek içi kısmı özellikle iç taaftan bakıldığında gerçekten çok iğrenç görüntülere sebebiyet verebiliyor. Ve dostum inanır mısın ben buna çok üzülüyorum.

*Bant koparma aletini kim bulmuşsa gerçekten ben onun büyük bir insan olduğuna inanıyorum. Hatta ne bileyim telefonu bulan Graham Bell'den daha mühim bir noktaya parmak basmış bence. Çünkü sonuçta Graham çok fantastik bir fikirle yani açıkçası olmasa da olur diyebileceğimiz bir icat yapmış. Yani bugün telefon olmasaydı kim çıkıp isyan ederdi allasen. Ama bant koparacağı yokken işi yapıştırma koparma ve. olan ne koçyiğitler kafayı çizdi haberiniz var mı? Yani iddiam odur ki bant koparacağı telefondan daha mühim bir icattır. Hiç benimle tartışmaya girmeyin, yani eğer çok çarpıcı argümanlarla gelip benim tezimi çürütürseniz bunu yorum kısmında yapmanız gerekir. E ben de yayınlamam yorumu bu kadar basit. Yani anlayacağın dostum burası benim mekanım ve burada benim kurallarım geçer ---> 'Yorumu Yayınlama'

*Mesela zımba. Yani bunu bulan adamın haleti ruhiyesini merak ediyorum. Artık bir kaç kağıdı birbirine iliştirmek nasıl katlanılamaz boyutlara ulaştıysa çıldırıp, bir gün, kafasına koyup 'ben' diyor  'bu kağıtları birbirine daha kolay' diyor 'yapıştırayım, iliştireyim artık ne boksa' Küfür kıyamet tabii, o artık nasıl bir mucitlik anıysa. Ana avrat düz gidiyor kağıtlara, lanet ediyor. Hayır düşünüyorum işi kağıtları birbirine bağlamak olan bir adam nasıl oldu da bu kadar komplike bir aleti icat etti. Çünkü dışarıdan göründüğü kadar basit değil. Ben içini açıp baktım (Çok sıkılıyorum olm işte sabahları, düşün zımbanın içini falan açıp inceliyorum, gerçekten acınacak haldeyim sanıyorum, arkadaki arkadaşım! gülme, görüyorum ben burdan)

(basit göründüğüne bakma)

*Teyze olmak zaten çok korkunç bir olayken bir de yaşlı teyze olmak.. Ne bileyim yazarken bile bir ürperme geliyor. Soğuk terler boşanıyor alnımdan falan. Mesela biliyorsunuz ben kahvecide çalışıyorum bir mühendis olarak. Hayat tabii nasl şakalarla süprizlerle insanın karşısına çıkacağını bilemiyorsunuz. Neyse, arada 'çok yaşlı teyze' geliyor, daha doğrusu getiriyorlar gelinleri vs. Çünkü çok yaşlı teyze hayati fonksiyonlarından bir kaçını yitirmiş durumda. Yürümek, koşmak, düşünmek gibi. Evet çok yaşlı teyze düşünemez. Meh'ler meeeh'ler ama konuşamaz. Şu anda Japon korku sinemasına rakip olabilecek bir karakter yarattım bu arada. 'Meeh'leyen çok yaşlı teyze'. İşte şimdi sıçtınız Garez, Halka ve uzun siyah saçlı düz duran kızdan nemalanan daha nice Japon korku filmi.

*Mesela çalıştığım yerde, yaşlılar, yürüyemeyenler için, böyle elektrikli gayet şık 3 tekerlekli bisiklet gibi araçlar var. Gazı, freni falan, yaşlılar bu sayede gönüllerince gezebiliyorlar. Ama dikkat ediyorum, muhtemelen normalde evinde hoplayıp zıplayan teyzeler o aleti görünce böyle bir 'aciyeee, meeeh' moduna giriyorlar. Adeta yıllardır yürüyemiyorlarmış gibi davranıyorlar ve ben çok sinirleniyorum.

(meeeeeeeeeeeeh)

*Bol teyzeli, aletli edevatlı bir yazının sonuna geldik. Bir dahaki yazıya kadar kendinize benden bir şeyler ısmarlayın, sonra bir ara anlaşırız falan şeyaparız yani sorun değil.

6 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Melih Gökçek ve Sosyal Medya Macerası

Merhaba sevgili littleiv.blog ziyaretçileri. Belki biliyorsunuzdur, sizin güzel ilginiz, sevginiz, yazmaya teşviğiniz sebebiyle ayakta duran bu blog sayesinde TRT Haber'deki Sosyal Medya programına konuk oldum. Serdar Kuzuloğlu'nun sunduğu programda diğer konuk ise Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'ti.
Şimdi buraya kadar olan yazıyı 2 sene önce yazacağımı söyleseler kıçımla gülerdim açıkçası ama oluyor işte Bir gece 'olm çok pis blog yazasım geldi' diye düşününce falan buralara gelebiliyormuş insan. Gerçi ben de farkındayım, programa asıl çıkış sebebim blog değil twitter'daki aktifliğim. Yani eyvallah burada da 200'e yakın insan var ama twitter'daki 5500 kişi ve çok hızlı alınan tepkilerden orayı biraz daha aktif kullanmama yol açtı. Neyse gelelim o akşama (böyle deyince de çok şey oldu heheh hadi bakalım)

Ben programa çıkacağımı programdan 20 saat falan önce öğrendim. Bu sebeple o kadar büyük bir sansasyon yaratmadım eheh. Programa katılacağımı twitterdan duyurduktan sonra gayet güzel tepkiler aldım. Tabii çekincelerim vardı yok değil. Televizyona çıktı havalandı, iyice artis ha bu, göt! gibi tepkilerden tırstım açıkçası. Ama Allah'tan ne program öncesi ne de sonrasında olumsuz tepki oranı oldukça azdı.


Programın olacağı saatlerde daha doğrusu alınacağım saatlte işte olmam gerekiyordu ama müdürüm sağolsun erken çıkmama güç bela izin verdi. Sonrasında iş yerinden alındım ve hatta program sonunda da istediğim yere bırakıldım. Bu açıdan gayet başarılıydı TRT. Neyse efendim programın çekileceği stüdyolara gittik. Gayet güzel ağırlandık, odaya alındık çay kahve ikram edildi. Ben biraz salak olduğum için programdan 15 dakika önce susamlı bişeyler yiyerek 'Nasıpflımp' diye sorarak diş aralarımın susamsan gözükmemesini sağladım. Şöyle böyle makyaj stüdyo derken Melih Gökçek geldi stüdyoya.

Melih Gökçek'le birlikte çıkacağımı öğrenince başta çekindim tabii. Hem siyasi bir kişilik olması benim hareketlerimi söyleyeceklerimi bir filtreden geçirmeme sebep olacaktı, hem de kendisi katıldığı programlarda tartışmadan duramayan bir insandı. Bu sebeple acaba 'bi sani.. bi saniye Melih Bey, lütfen. Lütfen olmaz ben sizi dinledim LÜTFEN!!1!' gibi diyaloglara girer miyi diye düşündüm. Hatta bir ara Kılıçdaroğlu gibi elektrik trafosunu kapıp çıksam mı karşısına dediysem de çok abartmamam gerektiğini farkederek durdum.

Programda ne konuşacağımı zerre bilmememe rağmen çok fazla heyecanlanmadım açıkçası. Düzgün konuştum diyebilirim sonraki izlemelerimde de gördüğüm kadarıyla. Tek pişmanlığım Melih Bey'in 'sence burcum ne?' sorusuna aslan cevabını vermem oldu. Halbuki çaksam orada 'akrep'i yemin ediyorum twitter'da kral olurdum be. Ah kafama sıçayım Arif. Genel olarak güzel bir program oldu yani. Bloga ekstradan bir 6 7 izleyici, twitter'a da 1000 civarında follower geldi. Utanın lan biraz şu twitter'a bakın azıcık nasıl çalışıyor çabalıyor. Afferim olm (iyice komşu çocuğunu öven anne gibi oldum yemin ediyorum)

Genel hatlarıyla böyleydi program. Sonradan izlediğimde 'aa mal gibi çıkmışım lan, hehe keşke hep tavana bakmasamışım, mimiklerimi kontrol edemiyo muyum lan acaba ben?' gibi düşüncelere kapılsam da güzel bir gece oldu. Herkese teşekkürler.

11 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #62

*İnsanlar zengin olunca beyinleri eriyor galiba. Yani ben çok zengin olsam, ne biliyim abi, insan alışveriş yapmak için sabah 10'da AVM'ye gelir mi? Ben şahsen uyurum lan, sonuçta param çok yani. İstediğin saatte alışverişini yapabilirsin. Sabah 9'da kalkıyo aga adam düşünsenize. Halbuki uyu di mi 1'e kadar? Demek ki neymiş herşeyin fazlası zararmış. Çok fazla para beyni eritme etkisi yapıyormuş.

*Şimdi içinden 'insan bir merhaba der hayvan' diyorsun di mi? sevgili okur. Hakkaten ben de nasıl oldu anlamadım ama birden muhabbete dalan ergen gibi oldum.

*O zaman şöyle içten bir 'MERHABAĞĞ'yla girelim mi posta? He ne dersin okur. Bal okur, yanakları al al okur. O değil de şu anda bu yazıyı işte ufak not kağıtlarına yazıyorum. Her anımı değerlendiriyorum olum müşteri yokken niye mal mal oturayım di mi?

*Şimdi belki biliyorsunuzdur, ben hem kahve satan hem de normal ürünler satan bir mağazada çalışıyorum. Yani baya bildiğin 'ne iş olsa yaparım' adamı oldum. Kahve yapıyorum kek mek veriyorum, kıyafet katlıyorum, ürün taşıyorum. Çok ilginç olaylar dönüyor mağazacılıkta. Sadece dışarıdan gördüğünüz kısmı değil yani geyiğine hiç bulaşmayayım diyordum ama olmayacak galiba. Mağazacılığın arka deposundaki isimsiz kahramanla yürüyor bu meslek falan diye çığlık atasım geliyor. Sonrasında hasta yatağımda tek göz odada kimsesiz kalmışımda televizyonlar beni çekmeye gelmiş gibi oluyor, çeşitli fantastik olaylar. Konu buraya nasıl geldi onu da tam çözemedim ayrıca.

*Şimdi içinde konfeksiyon olan bir satış mağazasında çalışınca doğal olarak teyzelerle çok fazla iletişimde oluyorsunuz, adeta onların büyülü dünyasına inanılmaz bir yolculuk yapıyorsunuz. Teyze dediğimiz canlı gerçekten çok ilginç şeyler yapıyor doğal ortamında bulunduktan sonra. Örneğin eğer alacağı ürüne (av) kilitlenmişse etrafındaki tüm tehlikeleri görmezden gelebiliyor. Mesela bir hırka gördü, inanamayacaksınız ama gidip teyzenin göbeğine (ki teyze dediğin şey göbekli yaratılmıştır) bir yumruk atın, sizi hiç umursamayacaktır. Çünkü o artık hırkaya konsantredir, onun gözü artık hırkadan başka bir şeyi görmüyordur. Ufak tefek tartışmaları zaten geçtim hiçbir şekilde onu avına ulaşmasından vazgeçiremezsiniz.


*Mesela bu teyzem. Ne güzel bak dışarıda görmüş adidas marka artık mont mudur nedir tam da bilemiyorum. Demiş 'ya ne vericem 120 lira bi' monta ben bunu kendim evde dikerim zaten'. En de güzelini yapmış valla, istediği renkte istediği desende yapmış kendi adidasını. Sonra bastonuyla birlikte sokaklarda arz-ı endam etmiş. Çok güzel. Ev ekonomisi böyle bir şey işte.

*Zamanında 'Ev Ekonomisi' diye bir ders vardı ortaokulda. El işi falan da olabilir dersin ismi tam hatırlamıyorum. O dönem biz içinde futbol oynama ateşi uğruna varını yoğunu verebilecek ergen erkeklere düğme dikmeyi öğretiyorlardır. Gerçekten çok gereksiz işlerdi. Top oynamak istiyorum diyorsun ama düğme dikiyorsun. Çok yanlış işler.

*Tuzlu ayran, tansiyona 'tutmasaydım düşüyodun' dese ya.

*Bu yazı bu kadar olsun bir dahaki yazıda söz uzun yazıcam :) Haydi görüşürüz.

7 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #61

*Naberler?

*Bak ya word’e bak sen. Ulan iyi ki yazıyı sende yazalım dedik bi’ afralar bi’ tafralar. Ben yazıyorum efendime söyliyim can okuyucumla bir yakınlık olsun diye naberler diye başlayayım diyorum, o ben daha kelimeyi yazıp bir alt satıra geçmeden neredeyse arkamdan adeta bir kalleşmişçesine ‘ne haberler?’ diye düzeltiyor onu. Bak sen ya. Kalleş word’e bağhele.

*Bir de eski word ha. Teee 2003’lü yıllardan kalmış word. İyi ki seni kullanıyorum be yazıyı yazarken, utanmasan ‘şş bilader düzgün yaz lan, komik mi şimdi bu komik mi ya, böyle bi espri anlayışı mı kaldı’ diyecek neredeyse. Adamsendecinin kralı.

*Ben az evvel bir bilgisayar programıyla kavga mı ettim?

*Ömer Üründül az evvel Sivasspor'a 'Sıvaz Spor' dedi.

 (top sakalı siyahken geriye kalanlar beyaz olan Ömer Üründül)
*******Peki ya kısa kısa'ların madde başlarını Yılmaz Morgül gibi 7 yıldızlı yapsaydım beni yine sever miydiniz?

*Geçtiğimiz günlerde yolda yürüyorum. Karşımda da iki adam var bana doğru geliyorlar. Şu anda durumda hiçbir gariplik yok. Daha kısa boylu ve daha bıyıklı olan abi yanındaki daha uzun ve daha bıyıksız abiye bir şeyler anlatıyor kendince, artık ne anlatıyor tabi ben mesafeden dolayı duyamıyorum, çok da önemsemiyorum tabi sonuçta sokakta daha kısa boylu ve daha bıyıklı olan abi ile daha uzun ve daha bıyıksız abilerin ne dediklerini sürekli takip etmiyorum. Neyse efendim bunlar yaklaşınca kısa boylu olan böyle eliyle bir şeyi tartıyormuş hareketi yaparaktan, adeta elinde gerçekten bir ağırlık kaldırıyormuşçasına, yanındaki abiye, abi de uzun olduğundan yukarı bakarak tartıyor elindekini, öyle birden 't.şşak var adamda t.şşak' diyerek tamamladı tiradını. Böyle elinde gerçekten t.şak varmış gibi, o anda kafamı havaya kaldırdığımda artık abi nasıl bir inanarak betimleme yaptıysa havada bir adet t.şak belirdiğini görür gibi oldum. Böyle gözlerimi bir an kapatıp açtığımda ise havada beliren t.şak aniden kaçarak uzaklaştı. Gerçekten çok korkunç saniyelerdi. Eliyle böyle t.şağı tartıyordu abi. Çok korkunçtu.

*Bir televizyon dizisinde (ki başka neyin dizisi olur diye sorarsanız adeta az evvel kendi bokunu yemek zorunda kalmış balık gibi ağzımı hızlıca açıp kapatarak boş bakarım size) izlemekte olduğumuz sahneden sonra hani böyle sahne geçiş efekti olur ya bir binanın dış cephesini görürüz ışıkla falan vardır, o dış cepheyi görünce anlarız ki aa sahne değişecek, heh bu alarmdan sonra aynı sahne farklı bir diyalogda devam edince ben aşırı üzülüyorum. Adeta televizyonu yerden yere vurasım geliyor.

*Bir mekanda çay içerken, henüz çay, bardağın yarı seviyesinin altına inmesinden itibaren sanki o .bne garsonun gelip çay bardağımı alacakmış ve ' çay ister misiniz?' diye soracakmış gibime gelmesi hissiyatından. (evet cümle burada sona eriyor çünkü gerçekten ben cümlenin başını kaçırdım artık. Bundan sonra kaç tane edat kaç tane bağlaç kullansam da bu cümle adam olmazmış gibime geldiğinden burada bırakmayı uygun gördüm. Umarım meramımı anlatabilmişimdir)

*Kolunda benim kolumdakinden fazla kıl olan kız var lan. Düşünebiliyor musun ne kadar korkunç? 


*Sevgiyle.. (ya böyle olsaydı)

14 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

wibiya widget