Kısa Kısa #50 (Tatil special edition)


Selamlar sıcaktan erimek üzere olan blog dostları. Nabersiniz? Şimdi diyeceksiniz ki 'ne naberi lan yavuşak, biz senin blogunu okumak için geliyoruz geliyoruz bi' bok yazmamış oluyosun, ne biçim iş bu'. Biliyorum bunları diyeniniz oluyor ama yaz okulu+arada kaçılan tatil beni bu hallere düşürdü. Yoksa biliyorsunuz yazılarımı aksatmayı hiç sevmem. Ayrıca yalanadan da hoşlanmam. Bunları hep bilin.

*Çok saçmalayarak bıraktığım giriş kısmına buradan devam edicem. Kah oradayım kah burada. Hop. Bloga biraz heyecan getirmek istiyorum açıkçası. Bu sıcak yaz günlerinde çekilir dert değil yoksa anlıyorum hepinizi.

*Neyse efendim ne diyorduk heh tatil falan. Ben şimdi ara sınav için dün 8 saatlik bir yolculuk yaptım. Az sonra otobüse binip bir 8 saatlik yolculuk daha yapıp yazlığa geri dönücem. Bendeki yazlık aşkı manyaklık boyutunda anlayacağınız.

*Dün bindiğim otobüste hani böyle kafamızın üstünde ışık, ses, serinlik tuşları ve aparatları oluyor ama tam da başımızın üzerinde olmuyor. Yani öndeki yolcunun başının arkasında ama sizin de önünüzde. Tam olarak ikinize de ait değil. Bir nevi yasak aşk. Aşk-ı Memnu. Hayır kendime göre ayarlıycam öndeki çirkef, ki genelde şehirlerarası otobüslerde öndeki kadın çirkef olur, laf edicek biliyorum. Sen diyecek benim diyecek kafamın üzerindeki lambalarımı diyecek nasıl kurcalarsın. Ben de bundan korktuğum için açıkçası elleyemiyorum onları. Ama dün azmettim, çok susamıştım çünkü. Muavini çağırmaya yarayan o kırmızı düğmeye tıkladım. Birden pasıl pasıl parlamaya başladı düğme. Ama nasıl yanıyor, sanki 'durdurun bu arabayı inicem ben' dercesine. Öyle bir kırmızı. Bekle babam bekle, gelen giden yok. Tam olarak ne kadar bekledim bilmiyorum ama eğer hidrojenimi oksijenimi alsam kendi suyumu bir şekilde yapabilirdim orada. Sonra mola yerine geldik, kendi suyumu kendim aldım.

*Sanıyorum toplam 1200 km'lik yoldan sonra dümdüz bir g.te sahip olacağım.

*Üstteki madde biraz erotik mi oldu? Yok yok olmadı dii mi?

*Öndeki yolcu dedim az evvel ondan bahsediyim birazcıkta. Öndeki yolcu dediğimiz canlı, genelde koltuğunu 175 derece'ye kadar yatırmak isteyen, kendisini evinde hissetmek için elinden geleni yapan, muavin düşmanı bir insandır. Gerekli desteği bulursa otobüsün içinde muavin & şöför ikilisine karşı bir örgütlenme sağlayarak istediklerini yaptırma potansiyeline sahip oluyor. Kessinlikle hiçbir şeyden mutlu olamayan öndeki yolcu sürekli bir şeylerden şikayet ederek diğer yolcuların da ağzına s.çmaktadır. Dün bana bunun arkadaki yolcu versiyonu denk geldi. Kadın yaklaşık 13 dakika hiç susmadan bir şeylerden şikayet etti. Bir otobüsün içinde nasıl bu kadar şikayet edilecek konu buldu tam olarak anlamasam da o hiç kullanılmayan kırmızı cam kırma çekici ilk kez bir işe yarayacaktı sanırım. Zor tuttum kendimi.

*Az sonra servise bineceğim, oradan Esenler otogara gideceğim. Oradan da 7 8 saatlik bir yoluluk yapacağım. Ama şu anda anladım ki bu maddeyi bir yere bağlayamayacağım.

*Bir de itiraf yapıyım giderayak. Benim blogu boşlamamın sebebi biraz da Twitter açıkçası. Oraya fazla ilgi göstermeye başladım. Ama tabii ki blog ilk göz ağrım. Benim mekanım. Ama yine de beni burada bulamazsanız arada şuraya da bakın. twitter.com/littleiv3

*Çok sıcak hiç öpmiyim.

4 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Yeşil Bavul #2

Yurttan çıkmış eve gidcektim... Ama o yeşil bavulsa ben de littleiv'dim... Çünkü tek bavul vardı, çünkü yeşil bavul emsalsizdi... Aklımda bunları nasıl kaldıracağım, upuzun gelen Maslak-Beşiktaş yolu ve yeşil bavul vardı... Bu hikaye burada bitmeyecekti...


O hikaye orada bitmedi. Yeşil Bavul'u kapatıp odadan çıkmıştım. Önümde inmem gereken 4 kat vardı. Ve bu yeşil bavul yaklaşık 15 kilo ağırlığındaydı. 15 kilo nedir arkadaş. Biraz daha kassam Naim Süleymanoğlu gibi olucaktım. Naim Süleymanoğlu gibi olmak demek kutuplardan basık ekvatordan şişkin olmak demek ve gerçekten korkunç bir tecrübe olsa gerek. Neyse merdivenlerden güç bela indirdiğim bavulum ile taşların asfalta dökülmesi ile oluşmuş bozuk yolda 'tırtırtır'layarak ilerliyordum. Anayola çıkıp otobüs durağına ilerlemeliydim. Dar kaldırıma çıkarttığı yeşil bavulum Maslak'ın şıkşıkıdım kıyafetli iş adamları ve kadınları tarafından yadırgar gözlerle inceleniyordu. Onlar ki bellerinde isimlerinin yazılı olduğu çekçekli kartvizitleri ile Avrupa'yı temsil ederken ben dev bavulumla orada Asya hatta biraz zorlarsak Afrika'yı gururla taşıyordum benliğimde.

Otobüs durağına geldiğimde saatin 17.00 olması sebebiyle bir yoğunluk mevcuttu. Bu durağın önünde parkeden plazaların servisleri dolayısıyla otobüsler kolayca yanaşamıyordu. Ben de Yeşil'i durağa bırakıp gelen otobüsleri kesmek için yola çıkıyordum. Otogar'da memleketten bulgur getirmiş adamdan farkım yoktu. Ezici bakışlara karşı 'ben yıldız teknik'te okuyorum lan. 6 ay sonra mühendis olucam!' falan diye bağırmak istiyor ama yapamıyordum. O sırada karşıdan gelen 29 c isimli o mübarek otobüsü görmemle durağa dönüp Yeşil'i almam bir oldu.

Şimdi normalde ben otobüs yaklaştığından adeta ceylan sürüsüne dalacak aslan hassasiyetinde oluyorum. İşte otobüsün nerede duracağını tahmin edip oraya doğru götüm götüm ilerlemeler, otobüse binerken ön çaprazımdaki amcanın önüne kıvrak bir hareket yardımıyla geçmeler, daha önce hep kullandığım taktiklerdendi. Ancak bu kez yanımda Yeşil vardı. Kendisiyle birlikte hareket etmek 90 yaşındaki babaannenizle otobüse binmeye çalışmak gibidir. Babaannenin kulakları ağır işitir, Yeşil hiç duymaz. Babaanneniz ağır hareket eder Yeşil'de sadece tekerlekleri üzerinde tek bir doğrultuda hareket eder. Babaannenin tek avantajı otobüste kendisine yer verilmesidir. Yeşil de ise bu olay yoktur. Bilakis Yeşil'i koyacak yer bulamazsınız o tıklım tıkışık otobüsün içinde.

Otobüse bindiğimde kendim için akbilimi bastıktan sonra arkaya ilerlerken muavinin 'ulan bavul senden büyük onun için de bassana akbil'vari bakışlarından zerre etkilenmeden kendime ve Yeşil'e bir yer aramaya koyuldum hemen. Otobüs kalabalıktı. Şöförün hemen arkasındaki koltuğun bir arkasındaki boşluğa sığındım. Yeşil'i de hemen önüme koydum. Otobüs her durakta biraz daha doluyordu. Hele İTÜ durağında top sakallı ve çerçeveli gözlüklü bir erkek kavmiyle karşılaşmışız gibi oldu. Her gelen Yeşil'e sürtünerek arka tarafa ilerliyordu. Biraz daha insan binerse alev bile alabilirdi. O derece!

Muavin 'evet beyler arkalara doğru ilerliyoruz, bakın boşluk var ben görüyorum orda, lütfen. lütfen!' dedikçe ben kızarıyordum. Acaba muavin diğer yolculara seslenerek beni ima ediyor 'kızım sana söylüyorum gelinim sen anla'cılık mı yapıyordu. Gerçekten aklım çok karışmıştı. Trafik, kalabalık, muavin baskısı. Artık bu yükü daha fazla kaldıramayabilirdim. Ama sonra 'İstanbul'dasın lan, ne bu artis hareketler' diyen iç sesim sayesinde hiçbir şeyi umursamayan bir teyzeye dönüştüm o an. Evet hepimizin dünyasının merkezinde kendisi vardır. Ama bazı teyzeler için durum bundan ibaret değildir. Onları merkezinden ziyade magma'sında, artık daha derininde bir yerlerinde kendileri ve o devasa g.t-göbekleri vardır. Otobüse bindiklerinde tüm otobüs onlara yer vermek için yarışa girecekmiş gibi hissederler. Birinin ayağına bastığında sanki biz onun ayağının altındaki halıymışız gibi sallamadan yollarına devam ederler. Ben de öyle olacaktım.

İneceğim durak yaklaşmıştı...Orta kapıya doğru ilerlemeliydim... Aradaki insanlara ne olacaktı... Bu hikaye burada bitmeyecekti...

2 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Ferhat Göçer Nedir? Kimdir?


sadece bana korkunç gelmiyor değil mi bu görüntü

Geçen gün Ferhat Göçer yaklaştı yanıma. 'Düet yapalım mı?' dedi. 'Abi benim şarkım yok ki' dedim. 'kıps' diye göz kırpıp 'ayarlarız' dedi.

Merhaba sevgili okurlar. Geçen gün bu kabus ile uyandım sıcacık yatağımdan 'hooeellöeeey' diye bağırarak. Hemen başımın ucundaki lambayı yakmak istedim ancak ranzanın üst katında olduğumdan dolayı ışığa uzanmam oldukça zordu. Bari bir su içeyim dedim, yine amerikan filmlerinde olmadığım alıma geldi. 'Allah kahretsin olm böyle işi' deyip. Tekrar uyumaya yattım.

Ferhat Göçer'i biliyorsunuz sevgili okurlar. Kendisi uzaydan dünyaya gönderilmiş bir android. Bunu kulağındaki kulaklıktan anlayabilirsiniz. O kulaklığı çıkartırsanız kendisi şarj olamayıp 'Dünyaaağğyaa bir dahaağğ gelsemmm sevgiiiliiiiiiiyuuuv ciziiziziziciziiuuuvvv hüps' deyip kapanacaktır. Ama denemeyin, ben yaptım bir kere beeyle damarları çıkıyor hep. Kendisinin dünyaya gönderilmekteki amacı ise dünyadaki tüm şarkıları, şarkı sahipleri ile düet yaparak söylemekmiş aldığım duyumlara göre. Bu amacında ise oldukça başarılı bir şekilde ilerliyor. Farkındaysanız kendi yaptığı şarkı sayısı düet yaptıklarının yanında devede kulak kalıyor.

Ferhat Göçer'in bir diğer özelliği ise şarkı söylerken aşırı bağırmasından dolayı boynunda oluşan dev damarı (bkz. fotoğraf). Kendisi tiz ses çıkarmak için aşırı bağırdığından adet g.t bağırsağı çıkacak gibi oluyor. Ancak onun yerine boyundaki dev damarı meydana çıkıyor. Kendisini yok etmek için de damarına dokunmanız gerekmekte. Ama dikkat edin gerçekten çok zor bir olay.

Evet Ferhat Göçer canlısını biraz tanımış olduk. İlerleyen günlerde başka canlıları tanıtmaya devam edeceğiz. Sevgiyle kalın. Yastayğğıım hiiiğğçç kimseeğğğğ bilmiyooğğğğr. Lan!


11 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #49 (dondurma special edition)

*Başka yazıca yazıcaktım böyle ciddi gibi ama sonra iki cümleden fazla ilerleyemeyince vazgeçtim sevgili okur. Komiklik şaklabanlık benim ruhuma işlemiş. İbiş olup çıkmışım resmen. Kendimden tiksindim be inceden.

*Yaşlıların dondurma yiyişi normal insanlardan farklıdır. Böyle şimdi diyelim ki magnum yiyecek yaşlımız. Evet bir yaşlı bulup bunu kontrollü deney olarak da evde deneyebilirsiniz. Gerekenler: bir adet 67 yaş üstü yaşlı, bir adet magnum (pakedi açılmamış), başka da pek bir şeye ihtiyaç yokmuş şimid farkettim. Evet yaşlımıza dondurmayı veriyoruz. Kendisi yaşlı bir insan olduğundan genelde kuru fasuyle, bezelye, çorba gibi besinlerle beslenen bir insan oluyor. Bu sebeple dondurmayı görünce biraz heyecanlanabilir, o yüzden birden dondurmayı kendisine vermeyin. Alıştıra alıştıra dondurmayı yaşlımıza verdikten sonra karşısına geçip izleyebiliriz. İlk anda tam olarak ne olduğunu anlam veremese de çıkardığı 'meeh' seslerinin ardından yavaşça dondurma pakedini açmaya başlayacaktır. İşte o andan sonra normal insanlar (-67 yaş) dondurma pakedini çıkartıp dondurmayı sapından tutarak yemektedirler. Ancak yaşlı diye tabir ettiğimiz bu tür dondurmayı katiyyen pakedinden çıkararak yemezler. O pakedin içindeki magnum adeta kaderine küser adeta hayattan soğur. Bir minimilk'ten bir karbeyaz'dan farkı kalmaz. Dondurmanın üst taraflarını ne sawyer'a ne de eva longoria'ya benzemeyen bir şekilde ısırıp ısırıp yiyen yaşlımız alt taraflara geldiğinde ise o pakedin içine kafasını sokarak (kendi kafasını ulan) bir süre cebelleşir. Ancak yine de inadından vazgeçmez. Gariptir yaşlıların dünyası.

*Tuğla gibi madde oldu yemin ediyorum, koy apartmana yıkılmaz.

*Şimdi dondurmalardan bahsetmişken bir kaç kelam daha etmek istiyorum. Algida biliyorsunuz yıllardır ülkemizde en bilinen marka dondurması. Sınıfın en popüler çocuğu, basket takımı kaptanı, kızların sevgilisi. Panda ise daha bir memur çocuğu havasında, uçlu kalemi en iyi marka değil ama yine de kendisini idare edecek kalitede. Yakası açık gri gibi. Golf ise sınıfa sonradan gelmiş subay çocuğu gibi. Böyle bir çekingen, fazla muhabbete girmeyen, teneffüslerde arka sırada kafası sırada müzik dinleyen yeni çocuk.

*Calippo rulez.

*Dışarıda calippo yemek cidden zor bir olay. Geçen sevdiceğimle Beşiktaş'tan Bebek'e doğru otobüsle gidiyoruz. O yolu bilenler için söylüyorum yine hayvani bir trafik var. Yandan yürüyenler pıtır pıtır geçiyor otobüsü. Neyse efendim konu o değil, bir amca böyle 40'lı yaşlarda elinde calippo'su yiye yiye gidiyor. Bu mesela bu alttaki abla yine iyi yiyor.


Amcamız artık nasıl bir hırssa, dondurmayı böyle komple gırtlağına kadar sokarak yemeye çalışıyor. Hayır bu donduma ısırılarak yenilen bir dondurma değil. Dil vasıtasıyla yalayarak yeniyor. (çok da temkinli anlatıyorum riskli bir konu çünkü) Neyse amca yavaş da yürüyor, otobüsün yanında aynı hızda ilerliyoruz kendisiyle. Ama o hayatından çok mutlu. Calippo'sunu yalaya yalaya hatta beyle boğazına soka soka yiyor. Sonra nasıl olduysa bizim otobüs hızlandı da o korkunç anlar sona erdi.

*Bu yazı böyle dondurma ile ilgili olsun başka da bişey yazmıyım yanına. Yakın zamanda yine yazarım ben.

6 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #48


*Zuuuuüüüüüüüüüvvvğğğeeeeeeeeeee.

*Aha vuvuzelayla girdim bloga. Naber canlar.

*Çok uzun zamandır uğramıyordum bloga farkındasınızdır belki. Yaza hazırlandım çok fena. Fazla kilolarımdan kurtuldum işte efendime söyliyim böyle hafif bi' bronzlaştım. Ama iyi oldu güzel oldu yepisyeni yazılarımla tekrardan buralarda olacağım. Aa olmaya başladım bile tiieeey.
*Yazıcak o kadar çok şey birikti ki kaç yazıya paylaştırıyım diyorum. Yalova tatilinden bir yazı çıkar. İtü'den ders aldım yaz okulunda oradan bir yazı çıkar. Olur yani hep bunlar. Yakında tatil yazısı yazabilirim Oray Eğinvari bir şekilde. Yaparım bunu r'leri çok yuvarlayarak falan.

*Guatemala diye ülke olması sizi de tedirgin etmiyor mu? Yani ne biliyim, bizim ülkemiz Türkiye, çok güzel adı bayrağı gayet hoş. Ha objektif olamazsın o senin can ülken, gül ülken derseniz ben size 'Paraguay da güzel abi İspanya da, güzel Honduras bile güzel lan' derim. Ancak Guatemala öyle değil. Onda böyle bir sinsilik ne biliyim bir içtenpazarlıkçılık var.

*Bence Eurovision'u kazandığımız senenin ertesi sene, bu arada buradan Sertab Erener'e çok selam, kendisi de bugün burayı izliyor. OHA! İyice şey gibi oldu bu, hani televizyona çıkıp 'annemgili de aradım o da televizyonları başında izliyor bizi' diyen adam gibi. Bu arada televizyonları başında izlemek ne? Salonda 3 tane televizyon mu var nedir yani? Hufff yoruldum lan konudan konuya atladım. Dağıldım resmen, yazarken kendimi kaybettim bi' toparlamayı deniyorum hadi bakalım.

*Sertab'da ne biçim lan. P ile bitse daha iyi gibi ama gereksiz yumuşmış gibi. Neyse seviyoruz şarkılarını.

*Heh Eurovision, Türkiye'de yapılsa diyorum birinciyi belirlemek için komşu oyları, jüriye falan hiç gerek yok. Şarkılar söylenince sırayla tüm şarkıcıları çıkartıp sırayla seyircilere alkışlatsınlar. En çok oyu alan birinci olsun. Bence çok adil bir çözüm. Türkiye şartlarına çok uygun.

*Geçen gün bir alışveriş merkezindeki çocuklar için yapılan atarili oyun kısmında çocuğu için jeton aldıktan sonra silahlı bir oyunu göstericem ayağına çatır çatır 5 jeton yiyen baba candır, çocukluğunu yaşayamamıştır, azcık da çakaltır.

*Geçen gün 'dilim sürçtü' diyecekken 'dirim sürktü' dedim, ironinin kralını yaşattım çevredekilere.

*Hani sigara içenlerin bir tribi vardır. Mesela kapalı bir yere girecek dolmuş olsun, servis olsun. Bu arkadaş servise adımını atmadan önce sigarasından bir fırt çekiyor, sonra servise atlıyor ve o pis dumanını servisin içine bırakıyor. Heh bunu yapana kafam girsin benim. Bu kadar da netim bu konuda.

*Biraz agresifleştiysem kusura bakma sevgili okur. Canım sıkıldı bu ibneye. Aa bak hala sakinleşmemişim hehe, neyse.

*Ben şimdi yatıyım yarın sabah erkenden kalkar yine blog yazarım. Ayde görüşürüz (trakyalı stayla).

5 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

wibiya widget