Kısa Kısa #55

'Hola'

*Evet sevgili littleiv severler bu yazıda size İspanyolca seslendim. Aranızda anlayanlar olmuştur. Anlamayanlar olmuştur, aranızda anlaşın.

*Bu aranızda anlaşırsınız meselesine acayip gıcığım. Şimdi mesela çok samimi olmadığınız bir grup arkadaşınızla yemeğe gitmişsiniz. Böyle hamburger falan da değil kebap yani. Pahalı. Neyse her güzel şeyin sonu olduğu gibi kebap yedikten sonra da hesap ödemesi var. Bu tip yerlerin kasalarında etrafı sunta ile çevrilmiş tüm yaşamsal faaliyetlerini o 1 metrekarede sürdüren bir amca olur. Yemeğini orada yere, tuvaletini oraya yapar, hesabı orada alır falan. İşte bu amca diyelim ki kişi başı 12 lira hesap. 4 kişisiniz. 'Ne eder 48. Ve Mehaapee'nin 48. yıl dönümüüü.'

*Ha yok dur bu başkaydı. Ne diyordum, 48 lira. Siz en baştan gidip kendi hesabınızı ödemek istiyorsunuz ve ne büyük bir şanssa bozuğunuz yok. Verdiniz 50 lirayı. O anda, orada yaşayan abi, artık oksijeni mi alamıyor ne yapıyorsa 'ben' diyo 'hepsini' diyo 'buradan alıyım' diyo 'siz kendi aranızda hesaplaşırsınız artık' diyo. Bak bak. Biz sonra kendi aramızda hesaplaşırmışız. E ben o insanlarla tam samimi değilim. Şimdi hesap da düz hesap değil ki. 12 lira geçirmişsin sen bize afedersin. Şimdi azsamimi 15 lira verse zaten üstünü veremiycem. E bu durumda yiğitliğe bok sürdürmemek için 'taam ya 10 lira ver yeter abi ya' demek zorunda kalıyorum. Toplam 6 lira içeriye giriyorum. Gerçekten çok üzücü.

*İndirim kavramını tam çözememiş ama nasıl olduysa bir şekilde dükkan sahibi olmuş bir abimizin mekanını görüyoruz fotoğrafta. Adam %100 indirim yaparsa aslında o malı bedava vermesi gerektiğini bilmiyor ama bir şekilde sistemde tutunmasını biliyor. İşte benim esnafım. İşte benim halkım.

*Şimdi bir teyze alışveriş yapmak için dükkana giriyor. Soruyor bir adet blüz'ü. Bak bluz değil blüz. Onun bir tonu var öyle söylemek gerekiyor, neyse soruyor 'bu blüz ne kadar?' diye. Bir de tabii teyze gibi soruyor. Böyle blüzün ucudan tutarak, sanki çok değersiz tırt bişey alıyormuşçasına. Sanki onu oradan zorla aldırıyorlarmışçasına. Aldırıyorlarmışçasına. Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? Konu dağıldı gitti yine.

*Teyze dediğimiz canlı elindeki dandik blüzün 20 TL olduğunu öğrendikten sonra beyninde bir takım denklemler kurarak bir x değeri bulur ve hemen satıcıya yeni bir teklifte bulunur.

*'10 liraya olmaz mı?'

*Şimdi ben satıcı olsam çok ağır konuşurum. Allahtan satıcı değilim. 'Ya ben sana 20 lira diyorum sen bana 10 liraya olmaz mı diye soruyorsun. zaten 10 liraya olsa ben sana 10 lira derim, zorun ne teyze, bana kastın mı var teyze?' diye suratına suratına çemkiririm. Belki de bu yüzden hiç pazarlık yapabilen biri değilim.



*İşte ülkemin cefakar teyzelerinden biri. Eminim ki bu güzel insan teyze bir takım dükkanlara girip 20 TL'lik blüzlere ki bu teyzem için mintan'dır o ben biliyorum. '15 liram var oğlum 15 liraya olursa alırım mintanı' der. Böyle de naif böyle de içtendir. Ama ya 'blüz' diyen teyze ah o blüz diyen teyze, seni seni blüz diyen teyze.

*Mintan-teyze'yi gördüğümüz üzere kendisi Adidas'tan mont alamayınca akşamları 'Yaprak Dökümü'nü izlerken kendisine dikmiş bir adet adidas mont ki ben eminim onun için yelektir o. Çarşısına pazarına giderken de geçirmiş sırtına yaşıtı arkadaşları 'Mukaddes, Münevver, Lamiya'lara falan hava atıyor. Çok güzel görüntüler.

*Böyle bir oradan bir buradan kah güldürüp kah hüzünlendirip yazdığım bir yazının daha sonuna geldik. Yayında ve yapımda emeği geçen herkes (ben) adına iyi günler diliyor Google reklamlarını boş geçmemenizi...ah tamam tamam vurmayın. Hadi baybay.

6 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #54


*Merhaba sevgili canlar, cananlar, osmanlar ve diğerleri. Naptınız ben yokken. Umarım Google reklamlarını farketmişsinizdir. Artık arkamda Google var olm. Ayrıntılar aşağıda.

*Geçen oturuyorum yine internet başında. Kâh twitter'da çılgın atıyorum, kâh blog alemlerine akıyorum, Facebook'ta 'chok güsel chıkmıshsın cnm yaaa <3>' tarzı yorumlar yapıyorum, birden ekranda dev bir mektup işareti belirdi..

*
Ahahah yok lan, amerikan filminde miyiz mail gelince ekrana döne döne gelen mektup çıksın. Yok öyle bişey. Bildiğin hotmail sekmesine tıklayıp girdim mailime. Bir baktım Google mail atmış. Koca Google ha. Böyle mavili kırmızılı sarılı logosuyla, gelmiş kapıma 'Ya littleiv ya,' bir de böyle hafif utangaç tam olarak konuşamıyor. 'Ya senin blogun çok büyük, gerçekten kitleleri peşinden sürüklüyorsun, biz senin bloguna reklam versek de azcık yolumuzu bulsak' diyo. Bak bak bana diyo. 'Ya,' dedim 'google' dedim, 'reklam senin köpeğin olsun ya' dedim.

*Yani tam böyle olmasa da buna yakın olaylar.

*Sonra işte mukaveleler, anlaşmalar, bayrak öpmeler derken bloga reklamları da aldık. Şu an Google'la yeni başlayan bir ilişkimiz var, her şey çok yolunda. Umarım ciddi olur.

*Gerçi Google biraz maço sanırım. Çok fazla kural koyuyor. Yok reklamlara ben tıklayamazmışım. Gözümün önündeki güzelliğe dokunamıyorum resmen. Ama bişey de diyemiyorum, hoşuma gidiyo mihihi (noluyo lan bana!)

*Evet bir takım komikliklere geçelim hazırsak. İlk fotoğrafımız ile başlayalım.


*Şimdi burada ne gördüğünüzü sorsam hepiniz farklı bir cevap veririz sanırım. Ben ilk gördüğümde 'aha' dedim 'metrobüsün içine spor aleti koymuşlar'. Evet yanlış duymadınız. Bu bir metrobüsün içi. Kareyi de ben çektim. Sanıyorum tek olayı üzerine oturulması ama bir koltuk bir sandalye için fazlasıyla atraksiyonlu. Yani biraz daha kassalar herhangi bir spor salonunda bile olmayacak kadar alengirli bir spor aletine dönüşecekmiş. Abartmamak lazım diye düşünüyorum.

*Bu kadar olaylı oturak yapılacağına iki üç tane güzel koku sıktıran fıs-fıs'tan yapsalar daha hayırlı olur vallahi. Ölüyoruz be kokudan metrobüse binince. İnsanımız duş almayı sevmiyor sanırım.

*Metrobüse gaz maskesiyle giren bir adam görürseniz korkmayın, benim o.

*Referandum için İstanbul'a gidip geldiğim iki otobüs yolculuğunda da yanıma çok kokan iki abi oturdu. Talihime sıçıyım resmen. Muavin abi kolonya vermeye geliyor, abi kolunu kaldırıyor ben iptal. Kahve kek vermeye geliyor kolu kaldırıp alıyor ben üzgün. Kabus gibi iki yolculuktu.

Neyse gideyim de blogu nasıl daha fazla geliştiririm Google ile bu ilişkiyi nasıl paraya dökerim bunlaarı düşüneyim. İş adamı gibi oldum valla. Hadi görüşürüz.


2 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Edebiyatın Günlük Hayatımızdaki Yeri ve Önemi

Bu hikayedeki tüm olaylar ve karakterler hayal ürünüdür.


Çok bozulmuştum. Sevgilim olacak o kız herkesin ortasında bağırıp, bir de üstüne suyu yüzüme çarpıp çekip gitmişti oturduğumuz cafeden. Mal gibi kalmıştım adeta. Oysa ki öğleden sonra buluştuğumuzda gayet iyiydi her şey. El ele gezdik bütük gün. Ne olduysa konu o sınıftaki fotokopi aldığım kızdan açılınca olmuştu.

'-Tamam fotokopiyi aldın da telefon numarasının ne işi var telefonunda' dedi kavganın başlangıç cümlesi olarak. Son olarak da 50 ml'lik suyu boca etti suratıma. Arkasına bile bakmadan gidince beni bu yakada bırakıp, karşıya geçip eve gitmekten başka yapabileceğim bir şey kalmıyordu. Beşiktaş'taydım vapur iskelesine doğru yürümeye başladım. Ne zaman canım sıkılsa, ne zaman depresyonda olsam vapur iskelesine yönelirim. Duyguluların, hisli gibilerin vazgeçilmez taşıma aracıdır vapur. Martılara simit atmak kimsesizleri kucaklamak, yanlızlığı belirginleştirmek için birebirdir.

Vapur iskelesine geldiğimde vapur kornasını acı acı çalarak yeni yanaşıyordu iskeleye. 'Güzeeel...' diye geçirdim içimden '...gelsin melankoli.' Vapura binmek için kullanılan o tahta iskeleyi her gördüğümde geleceğin içindeki geleneksellik aklıma gelip bir garip olurum. Hemen vapurun arka tarafında her zaman oturduğum yere geçip, gözlerimi İstanbul'un arkada bıraktığım siluetine çevirdim. Hüzün veriyordu bana bu şehir, hele yanlız kaldığımı anladığım şu saatlerde... Aşk acısı iyice artıyordu vapurdayken...

Şimdi aynı hikayeyi bir başka versiyonuyla dinleyelim.


'-Ne halin varsa gör.' dedi gitmeden önce. Sanırım terkedilmiştim ve kalbimde bir şey ince ince bıçak batırıyordu. Yapacak hiçbir şeyim yoktu ve eve gidip kendime kendime kalmak, biraz müzik ile ruhumda açılan yaraları kapatmak istiyordum. 'Bir an önce eve gitsem iyi olacak' diye düşündüm. En hızlı metrobüs ile gidebilirdim. Belki vapur hissiyatını vermeyecekti ancak oldukça hızlıydı.

Beşiktaş'dan Zincirlikuyu'ya geçip oradan metrobüse binecektim. Çarşı'dan klimasız bir otobüse bindim. Otobüse binerken akbilimin bittiğini akbil kutusundan çıkan 'dododoot dododoot' sesi ile kavradım. Adeta 'bakın bu fakirin parası yok' der gibi ötüyordu. Cebimde 1 lira 60 kuruş ve 50 TL vardı ve şöföre vermem gereken para 1.75 TL idi. ezilip büzülerek 'abi 1 lira 60 kuruş var bi' de 50 lira var. Hangisini veriyim?' dedim. Gerçekten tüm dünyevi acılarımdan arınıp şöför abinin ağzından çıkacak lafı bekliyordum.

Metrobüse binmek için durağa girdim. İnsanlar belli noktalarda gruplaşmışlardı ve gelen metrobüsün kapılarının tam hizalarında bekleşiyorlardı. Hemen çakal adımlarla yan tarafa geldim. İlk binenlerden olurum diye düşünürken açılan kapıdan insanların dışarıya fışkırdığını farkettim. Kendimi ite kaka içeri attım. Tutunacak bir yer aradım ancak bulamadım. Gerçi sonradan farkettim ki tutunacak yere ihtiyacım yokmuş çünkü etrafımdaki insanlar benim hareket etmemi imkansızlaştırıyorlardı.

'Allah kahretsin böyle işi' dedim. Ne aşk acısı kalmıştı ne bir şey. İki gram romantiklik yaşayalım dedik bok ettin metrobüs. Allah belanı versin metrobüs. Duygusal roman karakteri düşmanısın metrobüs.

8 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #53

Merhabalar sevgili okurlar. Hayır sadece sevgili olan okurlara seslenmiyorum hepinize sesleniyorum. Bu kadar iğrenç bir espriden sonra hala burada bulunan varsa bir an evvel komikliklerimize geçelim. Komik bir şey varsa beraber gülelim. Lise öğretmeni havası yakalayalım.

*Şimdi ilkokul ortaokul liseyi bitirmişsiniz. Belli bir yaşa gelmiş artık kendi kendinize hareket etmeye başlamışsınız. Yani tuvalet eğitimini yaklaşık 18-19 sene önce almış ve o günden beri tuvaletle ilgili pek büyük sorunlarla karşılaşmamışsınız. Yani olsa olsa misafirliğe gittiğinizde afedersiniz sıçtıktan sonra sifonun bozuk olduğunu görmüşsünüzdür falan.


*Yukarıdaki fotoğraf Yıldız Teknik Üniversitesi'nin tuvaletlerinden çok zor şartlarda gizlice alınmış bir fotoğraf (pisuvardayken telefonu çıkartıp çektim). Şimdi öncelikle bir erkek çok imkansız durumlarla karşılaşmadıkça pisuvarın önüne geldiğinde amacı çişini yapmaktır. Yani kibarca dile getirirsek küçük tuvaletini gerçekleştirmek. Peki pisuvarın önüne gelmiş bir üniversite öğrencisine 'küçük tuvaletinizi yapın' demek nasıl bir mantığın ürünüdür sevgili blog dostları.

*Öncelikle küçük tuvaletimizi yapmamızı bize emreden tuvalet-üstü-yazısı bu işin akabinde bir takım vana boşaltım gibi terimlerle kafamızı karıştırıyor. Hayır zaten bir rahatlama gerçekleşmiş sen orda hala boşaltım diyorsun vana diyorsun. Yani utanmasa 'heh hadi bakalım şimdi de ellerini yıka çucuğum' diyecek. Ben bu kadar adamsendeci bir üniversite görmedim. Yaş olmuş 23 hala küçük tuvaletimizi yaparken neleri yapmalıyız konulu bilgilerle bir şeyler öğretmeye çalışıyor. İşte 'öğrenmenin yaşı yoktur' sözünün yeryüzündeki yansıması.

*Üniversite de bitiyo ha. Biten bir şey yani. Zamanında değerini bilemiyorsunuz ama '4 yıl ne zaman geçti ya la' derken buluyorsunuz kendinizi (iyice yaşlı dede gibi oldum allah beni kahretmesin).

*Fight Club İlköğretim okulu'nda Ay'ın evreleri: Hilal - ilk durden - yarım ay - son durden - dolunay.

*Fransızca gerçekten çok kibar bir dil. Yani konuşurken kibarlıktan, naziklikten, incelikten kırılıyor konuşan kişi. En kıro adama bile biraz Fransızca öğretirseniz anında bir jean pierre, bir lé bonbonera oluyor adeta. Bu arada normal e değil de böyle alengirli gibi é yaptığımı farketmişsinizdir umarım. Fransızcanın güzelliklerinden birisi de bu işte. Ancak bu kadar güzel bir dil bile bir yerde tıkanıp kalıyor. İşte o nokta.

*'Lé Cola'.

*
Evet Fransızca'yı da bitirdiysek şimdi başka dillere geçebiliriz (kelime oyunlu madde).

*Ğ ile W harfleri sanki iki farklı ülkede yaşayan amca-çocukları gibi. İkisi de tek başlarına olamamışlar böyle. Biri 'yumuşak' ile var diğeri 'double' ile. Hani bir tarafları eksik yani. Üzücü bence.

*İbrahim Kutluay'ın saçı olmak da ne zordur ha. Düşünsene 40 yıldır falan her sabah aynı yerden ayrılıyorsun. İnsan monotonluktan sıkılır. İnsan değil tabii saç ama yine de ne biliyim.

*İbrahim Kutluay'ın sesi olmak da zordur. Hani lise 1 yazından lise 2'ye geçtiğiniz ilk gün arkadaşınız gelir de 'NOBÖR LON, NOPTONOZ YOZUN' diye böyle sesi hayvan gibi kalınlaşmıştır. O hesap İbo'nun sesi de. Ergen İbo. Lise 2 İbo. Liseli Detected.

*Sevgiler bizden. (Mustafa Keser'cesine)

8 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

wibiya widget