İnternetsiz


'Aa' dedi. 'hiç mi girmiyorsun internete'. 'Yok' dedi çocuk, 'pek sevmiyorum internet olaylarını'. 'Facebook, twitter, blogun falan da mı yok?'. 'Yoo' dedi gülümseyerek.

Belli ki kız etkilenmişti bundan. Bundan 15 yıl önce tam tersinden etkilenirdi kızlar, 'ayy internete mi giriyosun, ben de bakıyım mı biraz' diye çok erkeğe yanaşmışlardı. Şimdi ise herkesin Facebook hesabı vardı. Twitter'ı olmayanların blog'u, o da yoksa eğer tumblr sayfası vardı. Artık telefonun yerini msn almıştı. Bilgisayar olmayan evler annelerin geçmişte 'mahallede sadece bizde televizyon vardı' dediği evlere dönmüştü şimdi.

Daha birbirlerini yeni tanıyorlardı ve ikisi de uzun süreli ilişkiden çıkmışlardı. Belki bu yüzden belki de eskiden beri gelen özelliklerinden dolayı yeni tanıştıkları insanlara temkinli yaklaşıyorlardı. Gerçi bunda kız tarafının biraz daha dikkatli olması gerektiği genel-geçer bir kavramdı ve erkek bu konuda biraz daha rahat davranabilirdi.

İki üç aydan sonra sevgili olmaya çok yaklaşmışlardı. Artık kız, oğlanın evine gitmeye kadar vermişti. Yeni başlayan bir ilişkide eve ilk geliş önemlidir. Çocuğun ya da kızın odasındaki eşyalar, o eşyaların yerleşimi kişilikler hakkında çok önemli ipuçları verir. Kız da bu yüzden çok heyecanlıydı. Bilgisayarım yok internete de girmiyorum diyen çocuğun odasında neler vardı merak ediyordu. Büyükçe bir kütüphane, bir yatak ve bir dolap. Belki de bir hobisi ya da koleksiyonu vardır, onunla ilgili bir köşe oluşturmuştur diye düşündü.

Kız eve gelince selamlaşma faslının ardından çocuğun odasına gittiler. Beklediğinden çok farklı değildi odası. Kütüphanesinden kitaplar gösterdi çocuk. Salona geçtiler, eski VHS'leri çalıştıran bir video oynatıcı vardı televizyonun altında. 'Sadece internet değil dvd player da yok' dedi çocuk gülererek. 68' yapımı 'Doctor Zhivago'nun kasedini koyup televizyonu açtı. İzlemeye başladılar. Bir süre sonra gereğinden fazla yakınlaşmış olacaklar ki öpüşmeye başladılar. Kız bir klişeyi yerine getirmenin mutluluğuyla 'tuvalete gidebilir miyim?' diye sordu. 'Tabi' dedi çocuk, 'soldan ikinci kapı.'

Kapıyı açtığında dehşete düşmüştü kız. Küçük bir odaydı belki ama sayabildiği kadarıyla 10-12 adet bilgisayar vardı. Bir sürü kablo, mikrofon, kulaklık, cd. Odanın içi mini bir teknoloji üssü gibiydi. Şok olmuştu kız. Merak duygusu tüm vücudunu ele geçirmişti. Diğerlerine göre nispeten büyük olan ekranın önüne geldiğinde monitörde bir takım yazılar görmüştü. Tam ekrana yaklaşıp neler olup bittiğini öğrenmek için öne eğildiğinde vücudunun sol tarafında bir acı hissetti. Elini oraya atınca kırmızı ve yoğun bir sıvının akmaya başladığını gördü. Gözleri kararmaya başlamadan önce monitöre takıldı. MOSSAD başlığı altında bir takım sayılar görüyordu. Vücudu yavaş yavaş aşağı doğru kayarken bilgisayarın yan tarafındaki İsrail pasaportunu farketti kız.

Kan, beyaz tişörtünün büyük bir kısmına yayılmışken bıçak darbesinin acısı iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı kendisini. Yere yığıldığında çocuğa dönmeye çalıştı. 'İn..internete girmiyordun..' dedi belli belirsiz. 'Girmiyorum' dedi çocuk. 'Ne facebook ne de twitter'ım var. Ayrıca soldan ikinci kapı demiştim, ilk kapı değil'...

16 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #53

*Merhabalar.

*Şu anda televizyonda saçları çok siyah bir Bülent Yavuz ile karşı karşıyayım. Gerçi sanıyorum kendisinin saçları kendi saçları değil. Peruk. Ama inanılmaz siyah. Yani siyah rengi o peruğu görse 'yok arkadaş ben siyah değilim, tırtım ben' der. O derece bir siyah. Üstelik o kadar saçmalıyor ki anlattıklarını dinlememek için sürekli peruğuna bakıyorum. Hipnotize oldum resmen.

*Hipnoz garip bir olay. Bir takım amcalar yavaş yavaş net tane tane konuşarak karşısındaki insanları hayal dünyasına sokmaya çalışıyor. Ellerinde bir takım madalyonlar sallayarak karşısındaki insanı ayakta uyutuyorlar resmen. Tam olarak gerçek olduğunu düşünmüyorum ben. Şahsen bana karşımda biri madalyon sallayıp 'eveeet uyuyorsuuun litleiiivvvv' dese, 's.ktir lan ordan yalancı' gibi bir tepki veririm. Yaparım bunu.

*Bir dönem David Cooperfield fırtınası esiyordu televizyonlarda. Kendisi havalarda uçan, kuleleri kaybeden bir arkadaştı. Sonrasında nasıl olduysa Atilla Taş ile aynı sahneyi paylaştı falan. İlginç bir kariyeri vardı yani. Neyse efendim kendisi havalara uçmaktan piramitler kaybetmekten sıkılmış olacak ki biraz da Atilla Taş'ı kaybetmeyi kendisine görev edindi. Etti de. Ancak Atilla Taş'ı yeterince tanımamış olacak ki bu işe kalkışmaması gerektiğini çok sonra öğrendi kendisi.

*Çünkü Atilla Taş, David'in kendisini kaybetmesi numarasını tüm Türkiye ile paylaşarak aslında David'in insanları kaybetmediği kendisini bir düzenek ile sahnenin alt tarafına aldığını açıkladı. Evet biraz boşboğazlık yapmıştı Atilla Taş ama gerçekten büyük bir yanılgıya son vermişti. Gururluydu, mutluydu.

*Yani David Copperfield olmak ne kadar değişik bir kafaysa Atilla Taş olmak da o kadar ilginç bir kafa. Sonuçta hepimiz o olayların gerçek olmadığını biliyoruz ama yine de bir heyecanla paylaşma gereği duymak bir tezcanlılık. Ne biliyim. AtillaTaşçılık zor meslek yani. Sonuçta ham çökelek söylemek insanda kalıcı hasarlar bırakabiliyormuş demek ki.

*Yaklaşık bir haftadır evdeyim ve sürekli televizyon izliyorum. Garip bir hipnotize yöntemi. Mesela 'doktorlar' diye bir dizi var. Sabah akşam veriyorlar ve ben nedense izliyorum. Garip bir şekilde beni kendisine bağlıyor ve ekran başından ayrılmamı önlüyor. Nelerden bahsettiklerini tam olarak anladığımı söyleyemeyeceğim ancak ilginç bir şekilde izliyorum. Kutsi var Yağmur Atacan var. Sürekli doktorlukla ilgili terimler kullanıyorlar.

*Dün Telegol'de Ahmet Çakar ile Erman Toroğlu canlı yayında stüdyonun ön kısmındaki 1 metrekare'lik bir çim alanda önlerindeki monitörden olayları izleyip canlandırdılar. Ama o anda televizyonu açsa biri ve direk bu görüntüye rastlasa Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar'ın canlı yayında güreştiğini zanneder. Güreş bir süre devam etti ve sonunda bir mutabakata varamayıp birbirlerinden ayrıldılar ve koltuklarına geçtiler.

*Bülent Yavuz bir keresinde Kanal D'de bir spor programında artık nasıl bir ruh haline büründü o anda tam bilemiyorum televizyonda olduğunu unutup kahvehanedeyim mi zannetti ne olduysa ''hiçbir zaman olmadı olamaz da... diyelim ki yaptın öyle bişey.. çok çok dört hafta sürer... ondan sonra da afedersin 's.ktiri yersin'' dedi çat diye. Sonra yanda Sinan Engin 'ehaherhaherea' diye gülmüştü. Bülent Yavuz ise hiç utanmadan sanki 'ofsayt' demiş gibi sanki 'endirek serbest vuruş' demiş gibi rahat hareketlerine devam etmişti. Garip zamanlardı.

*Sevgiyle (gece duygusal şiir okuyan radyo dj'i elvedası)

0 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Bir Erkeğin Gözünden: MANGO Nedir?

Merhaba sevgili okurlar. Bugün bir erkeğin gözünden (benim gözüm) kadınların vazgeçemediği zaafı MANGO'yu inceleyeceğiz.

Mango kadınların sokakta gördüklerinde bilimsel olarak tam açıklanamayan bir sebeple çekime uğradıklar, yanında bulunan erkek arkadaş, koca, sevgili, çocuk gibi erkek cinsinin müstesna elemanlarının elinden tutarak çekiştirip içeri girdikleri dükkanlar zinciridir.

Bir kadının Mango'ya girme isteği genlerden gelen 'bir şey almasam bile bir girip bakayım' düşüncesinde yatar. Bir kadın orta boyutta bir Mango'yu (Mango Bağdat Caddesi) tam 150 metre öteden önce görebilir ve avına kilitlenir. Olaydan tamamen habersiz erkek canlısı gayet neşe ile yürürken birden elinden tuttuğu eşinin, annesinin, sevgilisinin sağ ya da sol tarafa doğru meylettiğini geç de olsa farkeder. Olaydan hala habersiz erkek, birden dev Mango tabelası ile karşılaşır ancak çok geçtir artık. Hani ceylan sürüsüne dalmış aslan bir tanesini yakalar da ceylan aslanı son anda farkeder ve artık çok geçtir. O hesap işte.

Mango'ya giren bir erkek öncelikle tam olarak ne olduğunu anlayamaz çünkü bu kadar kıyafet ve bu kıyafetlere kıtlık varmışçasına saldıran bir kadın nüfusu günlük hayatta sürekli karşılaştığı görüntüler arasında değildir. Öncelikle olayı kavramaya çalışan erkek canlısı, sonra ortama adapte olmaya çalışarak orada hayatta kalma mücadelesi vermeye başlar. Asabi çalışanlardan kaçmak, elindeki tişörtü 'ya bunun sımolu yok muaa' diye bağırarak sallayan kızlardan sıyrılmak bir erkeğin Mango'da yapması gerekenlerin başında gelmektedir.

Mango'nun kadınlar üzerinde bu kadar etkiyi nasıl yaptığını ise birkaç mecburi Mango ziyaretim sonucunda keşfettim sevgili okurlar. Biliyorsunuz 'indirim' ve 'taksit' denilen hadiseler bir kadına F16 aldırabilecek kudrette iki olay. Aşağıda bir adet Mango etiketi görüyoruz (araştırmacı blogger)

Evet fotoğrafta gördüğümüz üzere en üstte bir fiyat gözüküyor. Onun üzerine bir çizgi çekilmiş altına başka bir fiyat. Onun da üzerine çizgi altına fiyat, çizgi fiyat çizgi fiyat diye indirimler devam ediyor. Buna ilk bakan kadın kişisi 'oha kaç liradan kaç liraya inmiiiiş' diye düşünmekte olup 'indirim'in tatlı kollarına kendini bırakıyor. Bunun bir ileriki aşamasında ise taksit denilen tek dişi kalmış canavar meydana çıkıyor.

Sanıyorum kadınlara göre bir malı alırken çok sayıda taksite bölünmesi onun fiyatını sıfırlamak anlamına geliyor. Yani 50 liralık bir şeyin nakit olarak verildiği para ile 6 ay sonunda toplamda yine verilecek 50 liranın farklı değerlerde olduğunu düşünüyorlar. Gerçekten ilginç bir kafa, ilginç bir düşünce şekli.

Evet bir erkeğin gözünden kah Mango'yu kah kadınların beyin kıvrımlarını düşünce şekillerini inceledik. Görüldüğü üzere bu dünyalar erkeklerin akıllarının alacakları sınırların dışında ve bu yüzden olayları tam olarak kavrayamıyoruz. Yine de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. İyi günler.

4 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #52

'merhaba okurlar'ı diyen ben değil de ibrahim'in saçları gibi oldu lan resmen

Merhaba sevgili okurlar. Havalar çok sıcak o yüzden ben eridim geçen gün. Sıvı halde yazıyorum bu yazıyı. Evet bildiğin hal değiştirip sıvı oldum ama hala blog yazabiliyorum. Allah'ın bir hikmeti işte bu da napiceksin.

*Şu anda ne yazacağım konusunda hiçbir fikrim yok sevgili okur arkadaşlarım. Normalde telefon taslağımda yer alan 70 80 kısa maddeden bir şeyler çıkartıp onun üzerinden yazı akıyordu. Ancak geçen gün nasıl olduysa birden telefonum koruduğu tüm mesajları taslakları falan silmeye kadar verdi ve bunu bana sormadan uyguladı. O an gerçekten çok sinirlendim ama teknolojinin bir azizliğine kurban gitmiştim sanırım. Kızacağım kimse de olmadığından normal hayatıma devam ederek portakal suyu falan içtim sanıyorum. Çok sıcaktı çünkü. Bu arada konu telefondaki mesajların silinmesinden havanın sıcaklığına nasıl geldi zerre fikrim yok. Edebiyat dünyasının içinde gerçekleşen akıl oyunları işte.

*Edebiyat dünyası yazın dünyası falan diye bikbikliyorum ama bu sektörle ilgili pek bir şey bilmiyorum sanırım. Yani eskiden yazarlar böyle gözlüklerini takıp daktilo başına oturup efendime söyliyim yazılarını yazıyorlarmış. Şimdi öyle değil tabi, daktilonun yerini laptop (leptap diye okunur) parşömen'in yerini ise word dosyaları aldı. Yazarlar yine gözlüklerini takıyorlardır muhtemelen ama olay daha bir teknolojik olmaya başladı.

*O değil de az evvel parşömen kelimesini bulmak için bir 4 dakika kadar duraksadım. Parmesan'dan başladım google bana 'barmen' kelimesini önerdi ancak sonunda aklıma geldi parşömen. Evet yazar olmam oldukça zor olabilir ama bu kafayla google dünya devi olduysa neden olmasın diyorum.

*Türkiye'deki Burger King veya Dominos gibi frençaysing mantığıyla çalışan şirketlerin (hayır frençaysingin de sülalesine kadar biliyorum dış ticaret okuyan bir insanım çünkü ama konumuz bu değil) arkada pizza hamuruna sosis koymaktan görevli ya da iki hamburger ekmeği arasına yeşillik yerleştiren elemanları böyle birden çok bağırmaya başlayıp amerikanvari hallere bürünüp 'TEŞEKKÜRLEEAAAR' 'ÇOK TEŞEKKÜRLER HÜSNÜ BEEEEY' gibi ekip çalışmasını teşvik edici adeta gaza getirici hareketler yapıyorlar. O çok komik görünüyor. At s.kinde kelebek diye bir şey var bildin mi? Heh o şimdi. Bak ağzımı bozdurdular.

*Dün saat gece 03.00 civarı Facebook'ta amaçsızca dolaşırken bir arkadaşımın yaptığı ve hiç utanma duygusunu hissetmeden profilinde cümle aleme çarşaf çarşaf sergilediği bir teste rastgeldim. 'Adınızın baş harfi nedir xD?' Bir kaç saniye beynimde hiç bir tepki oluşmadı. Sanırım nöronlarda bir problem var diyerek kafamı yavaşça sağa sola salladım ama gerçekten hiçbir şey olmuyordu. O anda anladım ki beynin anlayabileceği kısmın dışına taşmıştık internet dünyası olarak. Yavaşça mausu elimden bırakıp bilgisayarı kapattıp ve uyumak üzere odama gittim. Tam o anda artık sınırların içine mi girdik ne olduysa 'AHOHAARAHAORHARA' diye gülmeye başladım.

*ruffles - mazhar ; lays - fuat ; doritos - özkan.

*Acaba Atatürk 'Egemenlik çekilişsiz kurasız milletindir' dese daha samimi olmaz mıydı?

*
Lynyrd Skynyrd şeklinde bir müzik grubunun olması beni gerçekten ürkütüyor. Yani sırf dinleyicilerine ibnelik olsun diye yapılmış olabilir mi acaba? Düşünmüyor değilim.

*Şehirlerarası otobüste çaykahvemeşrubat servisi yapıldıktan sonra o kaynar suyu bardağınıza, dökülmesin de bacaklarınızı haşlamasın diye yarım koyan muavin çok düşünceli bir abimiz eyvallah. E ama fantayı niye yarım koyuyorsun abi. Hadi kahve suyu çok sıcak haşlanıcaz da fanta ne ayak. Samimiyetine inanmıyorum muavin abi. Zaten hepinizde bir sinsilik oluyor. Muavin sarrafı oldum iyice .minakoym. Yollarda geçiyor lan ömrüm.

*Bir de o kaynar kahveyi çok sallanan otobüste aerodinamiğin sınırlarını zorlayarak üzerine dökmeyen abi en kral ip cambazından daha dengelidir nazarımda.

*İbrahim Erkal. Türkiye'de bir dönem ünlü olmuş arabesk piyasasına damga vurmaya çalışmış ama tam başaramamış türkücü bir ağabeyimiz. Kendisinin bende kalan tek hatırası o dev sık ve simsiyah saçları. Şu anda ben şunu merak ediyorum. Hani Türkiye'deki berberlerde işte efendim David Beckham'ın ya da Orlando Bloom'un saçları böyle şekilli afilli fotoğraflarını duvarlara asılıyor gören gençler de 'bağa bu saçtan yap' diye onu istiyor falan. Heh. Acaba diyorum ki İngiltere'de Amerika'da falan da 'İbrahim Erkal'ın çok sık saçlı fotoğrafları berber duvarlarını süslüyor mudur? Bence olmalı.

*Kah oradan kah buradan daldan dala konudan konuya atladığımız bir kısa kısa'nın daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Yayında ve yapımda emeği geçen herkes adına (ben) iyi geceler diyor el sallıyorum.

4 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

Kısa Kısa #51 (Twitter Special Edition)

Merhaba arkadaşlar. Açıkçası biraz üşengeçlikten biraz da twitter'ımı daha böyle meşhur etmek için twitter'da yazdığım beğenilen tweetleri buraya taşıyım diyorum. Çok kısa kısa olucak!

*İnternetten bir şey indirirken yükleme %99'a geldiğinde hepimiz inceden bilgisayarla ilgilenmiyormuş gibi yapmıyor muyuz?

*
Kızlar! Bonus saçlı erkek seviyorsunuz ama kol kılları uzunsa onlar da kıvır kıvır oluyor ve gerçekten çirkin duruyor. Üzgünüm haber veriyim

*
Emre Aydın'ın bu kadar mutsuz olmasının sebebini öğrendim. Otobüste meşrubat servisi yapılırken uyuyakalıp muavinin Emre'yi pas geçmesiymiş.

*
Serdar Ortaç, Demet Akalın ve Hande Yener şarkılarında boş anlarda arkada 'gerappa şekyobadi ihiyeeeoooyaa' diye bağıracak adam aranıyor.

*
Yaz ayının sevmediğim tek yönü etrafta binlerce koltuk altı görmemdir. Gerçekten çok çirkin bir görüntü.

*
beyler ! bardaki garson kızlar sizinle özel olarak ilgilenmiyor kendinizi kandırmayın. 'abi hesabı alırken gülümsedi' diye bişey duymıycam.

*
Ülkem genci kız arkadaşına sevgisini göstermek için nargile içip dumanından kalp yapar. Öyle de romantiktir.

*
Nasıl suyun 100derecede kaynaması doğanın değişmez bir kuralıysa, ıslakken kumlanan mayonun götten düşmesi de bir doğa kanunudur.

*
hepimiz birden polat alemdar'ı parmak arası terlikle düşünebilirsek zamanda bir kırılma yaratabiliriz.

*
tam öpmek için yeltendiğiniz kişinin 'ay hiç öpmiyim terliyim' demesi ile havada kalırken düşündüklerimiz söylesek rtük komple kapatır bizi.

*
Emo: tek gözü kalmış canavar.

*
Bence ergenekon iddianamesini anlamak 'kavak yelleri'ndeki sevgililik ilişkilerini anlamanın yanında çocuk oyuncağı kalır.

*
Girdiği kabın şeklini alan maddelere sıvı denir. O halde rakı sıvı değildir çünkü girdiği vücuda yeni şekil verir.

*
Michael jackson'ın askere gönderilme töreni: 'asker gidecek geri geri gelecek.'

*
Ezineden istanbula gidiş 35 tl, istanbuldan ezineye gidiş 43 tl. Ve izafiyet teorisinin 40.yılı kutlu olsun.

*
Asıl olay kafaya kitap koyup podyumda yürümek değil çok taşlı denizden düzgün yürüyerek çıkabilmektedir.

*
Tirbişon ile şarabı tek seferde açabildiğim gün bir ev erkeği olabilirim bence. Önemli bir ölçüt bu.

*
Muazzez ersoy'a nostalji albümü için öneri: yazlık evinde geçen seneden kalma sararmış gazete üzerine yazılacak bir şarkı.

*-abi ajda pekkan 65 yaşındaymiş + :-O (ve çığlık maskesi o gün doğmuştu)

Şimdilik bu kadar. Yakında yeni yazı ile aranızda olurum canlar. Görüşürüüğğz

2 yorum var. oy verme şeysi yok yorum için tıklat

wibiya widget